Arapça "bereket" kelimesinin masdarı olan "bürûk"un asıl anlamı “devenin bir yerde çöküp durması, orada kalıp beklemesi”dir. Yine "ordunun savaş meydanında yerinden ayrılmayıp tüm unsurlarıyla orada konuşlanması"nı ifade etmek için de bu kelimenin iftiâl babına nakledilmiş formu kullanılır. Bu iki mânaya bağlı olarak "iyi ve hoş karşılanan ilahî hayırların süreklilik arz edişi"ne bereket denilmiştir. (Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 119). Yani bereket bir devenin tüm cüssesiyle bulunduğu yere çöküp orayı kaplaması ya da bir ordunun mevzisini kaybetmemek için var gücüyle hattını tutması gibi malın üzerine çöker (karâr), böylece ondaki bolluk ve devamlığı (lüzûm) sağlar.
Esasen gayr-i müslimlerin ve İslâm'ı gönüllerine tam olarak yerleştiremeyenlerin anlamakta en çok güçlük çektikleri kavramlardan biri bereket kavramıdır. Çünkü bir malın paylaşılınca artması onlara göre aklen izahı mümkün olmayan bir durumdur. Halbuki Müslümanlara göre bunda anlaşılamayacak bir durum yoktur. Çünkü mülkün yegâne sahibi olan Allah, malını O'nun yolunda harcayanlara harcadıklarını katlayarak vereceğini haber vermektedir (Bakara 2/ 261). Bu durumda harcanan mal aslında eksilmeyecek, bilakis artacaktır.
Hal böyleyken haram maldan da bereket çekilir. Bu yüzden sûreten çok görünen nice mallar vardır ki bir gecede yok olup gider. Yahut bir türlü sahibini mutlu edemez, başına türlü işler açar. Ehl-i sünnetin en önemli tefsirlerinden biri olan "Medârikü't tenzîl ve hakâiku't te'vîl" adlı eserin sahibi İmam Nesefî bu meyanda yahudilerin "haram yiyen" kişiler olarak tavsif edildiği Mâide suresi 42. ayeti açıklarken "suht (haram)" kelimesinin üzerinde durarak şöyle diyor: "Suht kazanılması haram olan her şeye denir. Ayrıca bu kelimede 'bir şeyin kökünü kazıyıp yok etmek' manası vardır ki bu da haram kazancın maldaki bereketi silip yok ettiğine işarettir." (Nesefî, Medârikü't-tenzîl, c. 1, s. 448)
Bu açıdan haram yollardan elde edilen kazançla zengin ve mutlu olmayı beklemek boşunadır. Çünkü böyle kazanılan malın bereketi olmayacağından günden güne miktarı azalacak, bununla birlikte sahibinin günah yükü artacaktır. Böyle malların hesabı dünyada sorulmayacaksa ahirette muhakkak sorulacaktır. Bu yüzden malımızın bereketli olmasını, az bir miktarın çok iş görmesini, tüketenlere şifa olmasını istiyorsak öncelikle onu helal yollardan kazanmalı, sonra belirlenen ölçülerde zekâtını vererek tüm kirlerden arındırmalıyız. Aklımızdan çıkarmamalıyız ki bir malın sahibini ardındırabilmesi için önce kendisinin haramlardan arınmış, temiz bir mal olması gerekecektir.
"Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir." (Bakara 2/ 261)