27 Ocak 2021 Çarşamba

Devrini Alamayan Araba Gibi Tekleyenler

"Kendini bilen haddini bilir,
Haddini bilen rabbini bilir."

Bugün işten çıktım eve geliyorum, hem günün yorgunluğu hem de manuel vitesin getirdiği bıkkınlıktan bir üşengeçlik geldi, vitesi ikiye atmam gereken yerde "nasıl olsa birazdan üçe atmam gerekecek" diye direkt üçe attım. Tabi araba devrini almadığı için teklemeye başladı. Bu şekilde yol alamayacağımdan hemen vitesi düşürdüm. Araba da böylelikle huzur ve sekinete kavuşup menziline doğru ağır ağır seyirtmeye devam etti.

Dostlar! Henüz işin başındayken boyunu aşan meseleler hakkında ahkâm kesenlerin durumu da işte bu arabanın durumu gibidir. 

Yani seviyeleri aslında birinci seviyeyken, hakkında konuşabilecekleri konular oldukça sınırlıyken, bu kimseler birden cüretkar bir edayla beşinci seviyenin konularına dalarlar. Fakat önceki dört seviyenin hakkını vermedikleri için beşinci seviyede zorlanırlar, bu araba gibi teklerler ve tıkanıp kalırlar. Yani neticede kendilerini çok aşan hususlarda akla ziyan açıklamalar yaparak şanzımanı komple dağıtırlar.

Bu duruma düşmemek için her ilmin bir evveliyâtı olduğu, önce o evveliyâtın ehil kimselerden güzelce talim edilmesi gerektiği, gerekli seviyeler yavaş yavaş, sabırla aşıldıktan sonra edinilen bu yekün sayesinde o alanda konuşma hakkı ancak elde edilebileceği unutulmamalıdır.

Hayat içerisinde öğrenilenler de böyledir. Örneğin pat diye marangoz dükkanı açıp üretime başlayan birini de, bir gecede cerrah olanı da göremezsiniz. Çünkü bu meslek dallarında uzmanlaşmak da bir sürece tabidir. Marangoz olmaya niyet eden önce çırak olur, sonra kalfa olur, sonra olabiliyorsa usta olur. Uzman bir cerrah da cerrahi operasyon yapabilecek seviyeye gelmeden önce benzer süreçlere tabi olur.

Hal böyleyken İslâmî ilimlerle bütüncül bir şekilde meşgul olmadan, bu uğurda yıllarını harcamadan, gerek günlük konularda gerekse de en girift meselelerde olur olmaz görüş beyan edebileceğini zanneden kişiler hem yıllar yıllar boyu binbir çileyle tevarüs edilen ilim geleneğine hem de âlimlerimize en hafif tabirle saygısızlık yapmış olurlar. 

Bu vesileyle bir konuda konuşmadan önce kendimizi ölçelim, tartalım, hangi seviyenin adamı olduğumuza iyice bir bakalım, ondan sonra konuşalım lütfen.

Son bir not: Hani Nurullah Genç "bu kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın, beni anlayamazsın" diyor ya, aslında böylelerinin bu anlayış biçimine sahip oldukları sürece tüm uyarılara rağmen yine de meselenin ehemmiyetini anlayamayacaklarını, ısrarla yerli yersiz fikir beyan etmeye çalışacaklarını biliyorum. Neyse ki akl-ı selim kimselerce böylelerine itibar edilmiyor ve söylediklerine yalnızca gülünüp geçiliyor.

Allah akl-ı selimden ayırmasın bizleri.

26 Ocak 2021 Salı

Sünnete İttibânın Kalbî Boyutları

Sünnete ittibanın gerekliliği konusunda çeşitli yazılar, hadisler, ayetler okumuşuzdur muhakkak. Hatta üzerlerine uzun uzun tartıştığımız da olmuştur. Yani bu konuda zihinlerimiz bilgiyle dolu ve ulaşmak istediğimiz şeyler bir internet araştırması kadar yakın hepimize. Fakat tüm bunlar kalbî itminânımızı sağlayamıyor bir türlü. Hz. Peygamberin dindeki konumunu, sünnetin değerini, sünnete ittibânın gerekli olup olmadığını hala döne döne, hararetle tartışıyoruz.

Neden böyle oluyor peki? İçimizde oluşan bu huzursuzluğun, boşluğun, eksiklik hissinin sebebi ne? Neden vardığımız sonuçlar bize kâfi gelmiyor? Çünkü bugün pek çok konuda olduğu gibi sünnete ittibâ konusunda da yalnızca aklımızı tatmin etme yönüne gidiyor, işin gönül boyutunu ihmal ediyoruz. Kur'an'a göre akleden (Hac 22/46), fıkheden (A’raf 7/179), genişleyip daralan (En’âm 6/125; Zümer 39/22), görüp kör olan (Hac 22/46), huzur bulan (Ra’d 13/28,68), Allah'ın kendisi ile kulunun arasına girdiği (Enfâl 8/24), yani yalnızca bir organ olmaktan öte manalar taşıyan kalbimizi ihmal ediyoruz.

Gelin bu yazı vesilesiyle Efendimizi (s.a.s) kalplerimizle anlamaya çalışalım.

"Ey şâh-ı enbiyâ sen o hikmet-şiârsın, 

Âhir-zamâna bir gül-i evvel-bahârsın."

"Her şey malûmattan ibaret değildir." Bu cümleyi yetkim olsaydı tüm sokaklara yazdırmak isterdim. İnsan yalnızca bilmekle huzur bulmaz. İnsan bilmek kadar hissetmeye de muhtaçtır. Efendimizin (s.a.s) hayatını hepimiz ana hatlarıyla biliyoruz, peki O'nu hissedebiliyor muyuz? O'nun sünneti etrafında düşünürken onu hesaba katıyor muyuz?

"Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde,

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay."

Mesela onun hüküm koyuculuğunu konuşurken ve ona bu konuda yetki vermezken aynı mecliste Efendimiz de (s.a.s) bulunsaydı ve böyle bir konuyu bahis mevzuu yaptığımızı görseydi bize ne kadar kırılırdı acaba, bunu hiç düşünüyor muyuz?

"Yâ Resûlullah, kabul ediyoruz ki siz son peygambersiniz, getirdiğiniz din de son din, ancak siz bu din hakkında lütfen konuşmayın." deseydik şayet O'nun bulunduğu bir ortamda, Hz. Peygamberin görenleri hayran bırakan o mücellâ çehresinin alacağı şekil ne olurdu, nasıl renkten renge girerdi, hiç tahayyül ediyor muyuz?

Yahut "Kur'an size indi ammâ, müsaade edin de onu biz anlayalım, siz aradan çıkın artık. Çünkü sizin Kur'an'ı nasıl anladığınızın bizim için bir önemi yok" deseydik kendisine laubali bir şekilde, O'nu devre dışı bırakan, dışlayan, öteleyen, yok sayan bu cümlemiz yaralamaz mıydı Efendimizi (s.a.s)?

"Muhammedun beşerun lâ ke'l-beşer, 

Bel hüve yâkûtun beyne'l hacer."

[Hz. Muhammed bir beşerdir. Lâkin diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise, o da insanlar arasında öyledir.]

Peki peygamberlik vasfıyla muttasıf olmasına ve temelde bu yönüyle sıradan insanlardan ayrılmasına rağmen "Siz de bizim gibi insansınız işte!" deyiverseydik ağzımızın kenarıyla ve onu cahiliye Araplarının yaptıkları gibi basitleştirseydik, onlara içerlediği gibi bize de içerlemez miydi?

Ya da davasına omuz veren, canlarını, mallarını, evlatlarını bu uğurda feda eden, Hz. Peygamberin de "insanların en hayırlıları" (Buharî, Şehâdât 9) diye tarif ettiği sahabeye "siz yalancısınız!" deseydik Hz. Peygamber dostlarına atılan bu iftirayı kaldırabilir miydi sizce?

Bu cümleleri Efendimizin (s.a.s) huzurunda kuracak yüzümüz ve cesaretimiz yoksa lütfen bugün kurmaktan ya da bu manaya gelecek görüşleri savunmaktan da çekinelim.

"Rahmeten li'l âleminsin hem şefîul müznibîn,

Bâb-ı ihsânında saf tutmuş cemîu'l mücrimîn."

Tüm bunları bir tarafa bırakıp son olarak şunu soralım kendimize: Sorumsuzca işlediğimiz günahlardan dolayı kıyamet gününde "Bak ey Muhammed, bunlar senin haklarında şefaat dilediğin ümmetin. Senden sonra bunlar neler neler yaptılar bir bilsen!" deseler bizi göstererek, Efendimizin (s.a.s) yüzü kızarmaz mıydı bizim yüzümüzden?

Evet, konuları elbette ilmî boyutta, derinlemesine değerlendirmeliyiz fakat hissiz, duygusuz, katı kalpli bir anlama şeklinden de kaçınmalıyız. Bu da ancak önce kalbimizi tanımakla, sonra onunla düşünüp anlamakla mümkün olabilir.

Merhum Cahit Zarifoğlu'nun söylediği gibi: "Bir kalbiniz var, onu tanıyınız."
İşe buradan başlayalım.

25 Ocak 2021 Pazartesi

Sen Mi Dinden Soğudun, Din Mi Senden Soğudu?

“Bizi dinden soğutmayın” tarikatını daha önce duymuş muydunuz? Belki duymamış olabilirsiniz. Çünkü bu tarikat mensupları belirli bir yerde toplanmazlar, belirli vazifeleri yoktur, zaten belirli vazifelerden de hoşlanmazlar. Bu tarikat düşünsel boyutlu bir tarikattır ve yerine getirmeleri gereken şeyler kendilerine söylenince “bizi dinden soğutmayın” dedikleri için böyle isimlendirilmişlerdir. 

Tarikatın tarihi seyrine bakıldığı zaman ilk temsilcilerinin fazilet/edep nitelikli davranışlara karşı dinden soğudukları gözlemlenirken “neo-bizi dinden soğutmayın”cıların dinin aslı sayılan namaz, oruç, zekât, hac gibi hali-vakti müsait olan her Müslümandan beklenen asgari ibadetlere karşı da bu tepkiyi verdikleri gözlemlenmiştir. Bu yüzden onları dikkate almanız durumunda sürekli mızmızlandıkları için dinî vecibeler hakkında bir şey konuşabilmeniz neredeyse imkansızlaşır. 

Dostlar! Şaka bir yana, dîni hakikatlerden bahseden kişilere karşı geliştirdiğimiz bu savunma şekli de nedir? Dinden soğumaya namaz, oruç vs. kolayca bahane olabiliyorken dine ısınmak için neden çaba sarf etmiyoruz? Kimi tehtid ediyoruz? Hem dinden soğursak kaybedecek olan kim? 

Ayrıca dinden soğumaya başladıysak eğer burada bizim de hatalarımız olmalı muhakkak. Demek kalplerimiz o hale gelmiş ki Allah bu mübarek dine o kirlenmiş kalplerimizin ısınmasına fırsat vermiyor. Neticede davranışlarımıza göre hidayeti de dalaleti de verecek olan O’dur. 

Bu yüzden sizi biri “dinden soğuturken” “acaba ben mi dinden soğudum, yoksa hiçbir hükmü beğenmediğim, sürekli bahaneler ürettiğim için din mi benden soğudu?” diye düşünmeniz gerekiyor.

Başka kurtuluş yolu bilen varsa beri gelsin. Bencileyin başka kurtuluşumuz olmadığını düşünüyorum ve mümkün mertebe din-i mübîn-i İslâm'la aramızı iyi tutmamız gerektiğine inanıyorum.

Her ne kadar ham sofular, bir gecede yetişen, yerden bitme güyâ hocalar, asla muhalefet derecesinde ictihad yapan müctehidler (!) etrafımızı sarmış olsa da çok güzel bir dinimiz var ve kötü örneklere değil güzel örneklere odaklanarak mutmain bir kalple bu dünyadan göçmemiz gerekiyor.

Zira Müslüman güzel bakmak, güzel görmek, güzelleştirmek ve güzel örnek olmakla sorumludur. Nitekim bu asırda güzellikler azaldı ve tüm kalitesizliklere rağmen Müslüman kalmak başlıca imtihanlarımızdan bir tanesi halini aldı.

24 Ocak 2021 Pazar

"Bâtılı Tasvir Gerekmez" Derdi Büyüklerimiz

Müslüman olmamızın bir gereği olarak batılla mücadele konusunda hepimiz kendimizi sorumlu hissediyoruz, hissetmeliyiz de. Günümüz şartlarında da batılla mücadelenin kapsamını büyük oranda sosyal medyaya hasretmiş durumdayız. Daha doğrusu sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, hatta eşle dostla paylaşmadıklarımızı bile burada paylaşmaya alıştığımız için cihadımızı da buraya taşıdık gibi gözüküyor. Hepimizin samimâne, hâlisâne bir çaba içinde olduğumuz varsayımıyla konuşacak olursak dahi bize acilen bir "sosyal medyada batılla mücadele rehberi" gerekiyor. Çünkü kaş yapayım derken göz çıkaranlarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor.

Benim böyle dört başı mamur bir rehber yazabilecek yetkinliğim yok doğrusu. Fakat batılla mücadelenin zedelediğimiz, yıprattığımız, şanına halel getirdiğimiz iki noktası olduğunu düşünüyorum: Birincisi batıldan sakınmamak, ikincisi de batılı tasvir, yani batılın görünürlüğünü artırmak.

1. Batıldan sakınmamak

Başlarken batılla topyekûn mücadelede kendimizi sorumlu hissetmemiz gerektiğini söylemiştik. Fakat bu herkesin her meseleyle ilgileneceği şeklinde anlaşılmamalı. Zira mümin kendisini zihnen, kalben, ahlaken batılın yıkıcı zararlarından koruyabilecek kabiliyette değilse -ki bu kabiliyet ancak temeli sağlam bir dinî eğitim ve öğrenilenlerin hayata tatbiki ile edinilebilir- mümkün mertebe batılın semtine dahi uğramaması onun için en sıkıntısız tutum olacaktır. Çünkü batılın çürütücü bir özelliği vardır; tıpkı bir tane çürük elmanın bir sepet sağlam elmayı çürütebildiği gibi. Bu yüzden çürümemek için çürük olandan uzak durmak gereklidir. 

Ne var ki şimdilerde örneğin deizm, ateizm gibi kelâmî konulara vukufiyet isteyen meselelerle dahi "rehbersiz bir şekilde" yüzleşmeye kalkıyoruz ve batıldan sakınmak ilkesini ıskalıyoruz. Bu hususlara ilişkin malûmat edinmek isteniliyorsa şayet, bu yola asla alanın uzmanı bir ilim adamının rehberliği olmadan çıkılmaması gerektiği bilinmelidir. Bu nitelikte bir rehberin daima bir telefon kadar yakınınızda olması gereklidir. Çünkü batılla bu türlü mücadele yolu engebelidir, meşakkatlidir. Zaman zaman tıkanır ve bazen o yolu tek başımıza açacak gücü kendimizde bulamayıp ya başkasından yardım alma ihtiyacı duyarsınız, ya da yol hiç açılmayacak zannedip tarîk-i müstakimden çıkarak başka yollara saparsınız...

2. Batılı tasvir etmek

Sosyal medyada batılla mücadele ederken öyle bir faul yapıyoruz ki adeta bu faul penaltıya dönüşüyor ve karşı kaleye gol atmak isterken golü kendi kalemizde görüveriyoruz. Bu faul batılı görünür kılmak faulüdür.

Mücadele ettiği şeyi şöhrete kavuşturmak günümüz insanının en büyük açmazlarından bir tanesi. Sözüm ona batıl bir fikirle mücadele ederken bu mücadele bir noktada öyle bir hal alıyor ki adeta zevâlini murâd ettiğimiz fikrin reklamını yapıp müntesiplerinin artmasına sebebiyet veriyoruz. Yahut özellikle gayr-i ahlâki bir durumu eleştirirken o durumu boy boy fotoğraflarla izah etme yoluna gidiyor ve komik bir şekilde gösterdiğimiz şeyin haram olduğunu söylüyoruz. Bu ise hem bizi görüntülenmesi dinimizce haram olan bir görüntünün dağıtıcısı konumuna getiriyor hem de onu görüntüleyenleri günaha sokup ahlaksızlığın dolaşımda tutulmasına sebep oluyor.

Sonuç

Sonuç olarak şunu bilmeliyiz ki batılla mücadeleye fikrî anlamda istidadı olmayan bir kişi bu mücadeleye madden, yani zenginliğiyle ya da manen, yani dualarıyla farklı şekillerde destek verme yollarını seçmeli. Yoksa batılı bitireceğim diye onu gözler önüne serip farkındalık oluşturmamalı. Hele hele görüntülenmesi haram olan görselleri hangi amaçla olursa olsun asla paylaşmamalı. 

Yazımızı çok sevdiğim şu duayla bitirelim:

"Allah bizleri hakkı hak bilip hakka bağlanan, batılı da batıl bilip ondan uzaklaşan kullarından eylesin."

23 Ocak 2021 Cumartesi

Bizim Görmediğimiz Acılar: Meriç'in Boğduğu Bir Anne ve Dört Çocuğu

Son birkaç yazımda Suriye'de yaşanan insanlık dramından bahsetmeye çalışmıştım. Yoğun bir alaka gösterdiniz. Yapılan yardımlarla ilgili mutluluk verici geri dönüşler aldım. Teşekkür ederim. Cümlesini Allah kabullerin en güzeliyle kabul eylesin.

Benim o yazılarda bahsettiğim örnekler gözlerimizin önünde yaşanan örneklerdi; kameraların bir şekilde ulaşıp çektiği ve medyanın bize servis ettiği görüntülerdi yani. Hepsi yürek burkan, hepsi içimizi acıtan örnekler, evet. Fakat bir de kameraların çekmediği, kıyıda köşede ölen, bir mezarları bile olmayan kardeşlerimiz var. 

Edirne'nin Meriç ilçesinde görev yaparken böylelerini çok duyardım. Sınır köylerimizden mütemadiyen "Meriç'te ceset bulunmuş" haberleri alırdık. Ekseriyetle Suriye'den ya da iç karışıklıklar ve savaşların devam ettiği Müslüman ülkelerden kaçıp karşıya, Avrupa'ya geçmeye çalışan mültecilerin cesetleriydi bunlar. İnsan kaçakçıları kimilerini 10 kişilik araca 40 kişi doldururlardı (26.06.2006'da ilçe merkezinde yaşanan feci kazada 10 mülteci parçalanarak hayatını kaybetmişti bkz: https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/edirne-de-duzensiz-gocmenleri-tasiyan-arac-kaza-yapti-10-olu-30-yarali/1515813), kimilerini olur olmaz yerlerde bırakıp "haydi buraya kadar" derlerdi, kimilerini de Meriç'e kadar getirirlerdi fakat karşıya geçirmezlerdi. İşte orada kendi imkanlarıyla karşıya geçmeye çalışan o bî çareler, çoğu zaman başarılı olamayıp nehrin sularında çoluk çocuklarıyla birlikte boğulurlardı. Bu yazı bu şekilde ölen bir anne ve dört çocuğunu konu alıyor.

O yaz her yaz olduğu gibi Kur'an kursunda çocukları okutuyordum. Teneffüse çıkmıştık. Döndüğümde çocuklar içeriye bir kadın ve dört çocuğun girdiğini, kadının biraz Türkçe konuşabildiğini, çocuklarınsa ne konuştuklarını anlamadıklarını söylediler. Mülteci olabileceklerini tahmin etmiştim. Çünkü özellikle sabah namazlarında camiyi açtığımızda, kaçakçılar tarafından kandırılıp camiye sığınarak donmaktan kurtulan mültecilerle çok karşılaşırdık. İçeriye girdim. Kadın daha selam vermemi bile beklemeden korku ve mahcubiyetle karışık, kırık dökük bir Türkçeyle konuşmaya başladı. "Ben Suriye'den geliyorum. Bunlar da çocuklarım. Eşim İngilizce öğretmeniydi, vurdular. Akrabalarımı vurdular. Canımı ve çocuklarımı zor kurtardım. Sadece kardeşim kaldı. O da bizden önce uygun ortam hazırlamak için Yunanistan'a geçti. Şimdi orada bizi bekliyor. Eğer karşıya geçebilirsek bizi alacak. Lütfen bize yardım edin. Karşıya geçmek istiyoruz."

Kadın bunları anlatırken sanki olayları yeniden yaşıyordu ve sürekli ağlıyordu. Parmaklarının birkaç tanesi de eksikti. Çocuklarına tüm bu yaşadıklarını nasıl anlattı bilmiyorum fakat onlar henüz çevrelerinde olup bitenleri tam olarak anlayamayacak kadar çocuktular. Üçü kız, biri erkekti. Hepsi dünyalar güzeliydi. Onları unutamıyorum.

Ben kadına onu anladığımı, daha fazla konuşarak yorulmaması gerektiğini ne kadar söylesem de kadın yaşadıklarını anlatmaya devam ediyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Üzerimde ne varsa vermek geldi aklıma. Dilenci olmadığını, para istemediğini ısrarla söylese de elimde avucumda ne varsa o kabul etmediği için çocuklarına verdim. Sonra Müftü beyi aradım. Kendileri de doğal olarak polisi aradılar. Kadını gelip götürdüler. Sığınma evine götürüldüklerini öğrendim. İçim bir nebze olsun rahatlamıştı.

Bu olaydan bir hafta sonra yine sınır köylerimizden artık kanıksadığımız o haberlerden birini aldım: "Meriç'te mülteci cesedi bulmuşlar". Acı bir haberdi ama çok duyduğumuz bir haberdi bu. Sonra devam etti haberi getiren, "Bu seferki kadın cesediymiş, yanında da dört yavrusu varmış. Hepsi boğulmuşlar. Allah rahmet eylesin. Bu insanların işleri çok zor".

Prosüdür nasıl işliyor bilmiyorum ama meğer bizim yanımızdan götürülen o kadın bir yolunu bulup sığınma evinden ayrılmış ve karşıya geçmeye çalışırken dört çocuğuyla birlikte  Meriç nehrinde boğularak can vermiş.

Diyeceğim o ki, biz sadece acıların bize gösterilenlerini biliyoruz. Sadece Meriç'in yuttuğu mülteciler bile o kadar fazla ki...

Devletimizin kıymetini bilmeliyiz dostlar. İnsan devletsiz kaldığında ne yapacağını, nereye gideceğini şaşırıyor. Her Avrupa'ya geçmeye çalışana da "neden burada kalmıyorlar, bunlar da çok şey istiyorlar" dememeliyiz; yanında kalacak kimsesi olmayanlar, başka çaresi kalmayanlar da olabiliyor.

21 Ocak 2021 Perşembe

Seni Saramadık Çocuk, Sana Ağlayamadık

Seni saramadık çocuk. Seni ısıtamadık. Seni o suyun, çamurun içinden alamadık. Ayacıklarına bir çift çizme olsun giydiremedik. Sana bir ev yapamadık. Kirada oturmaktan kurtulmalıydık çünkü önce. Ya da kirada oturmaktan kurtulmuş olsak bile bankalardan krediler çekip yeni evler alıp kiraya vermeliydik. Sürekli yeni evler; altlarında dükkanlar, üstlerinde kiracılar olan evler. Kirada oturabilmek, başını sokacak bir mesken bulmak artık şükredilecek şeyler olmaktan çıkmıştı bizler için. 

Sana uzanacak elimiz yoktu bizim. Önce eski model aracımızı değiştirmeliydik. Yeni model bir araca binmeliydik. Sürekli yeni model; yeni model eskiyince bir yenisi, sonra bir yenisi ve bir yenisi daha... İçinden çıkılamaz, bizi öğüten, bizi tüketen kısır bir döngüye girmiştik. Aslında bize kalmayacak şeyler biriktirme hastalığı mahvetmişti bizi. O yüzden sana uzanamazdı ellerimiz çocuk; ellerimiz ellerini tutamazdı. Ellerimizle epeydir başkalarının ellerini de tutmuyorduk zaten.

Seni saramadık çocuk. Seni ısıtamadık. Seni o suyun, çamurun içinden alamadık işte, alamadık. Sahi baban yok muydu senin? Nerede senin baban? Baban olsaydı hiç kalır mıydın o soğuk, o ıslak çadırda, üzerinde bir battaniyecikle? Baban kalın kazaklar, rengarenk ayakkabılar, eldivenler almadı mı sana çocuk? 

Yoksa vurdular mı babanı? 

Seni saramadık çocuk. Sana ağlayamadık. Ağlanacak halimiz vardı çünkü. Tatile çıkamıyorduk epeydir. Akıllı telefonumuzu da yenileyemiyorduk. Sana sadece ekranından bakabiliyorduk bu yüzden; sıcak çaylarımızı yudumlarken, sıcak evlerimizde. Gireceğimiz sınavlar vardı daha. Yükselecektik de yükselecektik. Seni düşünecek vaktimiz yoktu. Önce kendimizi doyuralımdı. Önce kendi refahımızı sağlayalımdı. İşte ondan sonra düşünebilirdik belki seni. Şimdi senin sıran değildi. Değildi işte. Sana Allah yardım etsindi.

Seni saramadık çocuk. Seni barındıramadık sinemizde. Fazla gelirdin bize. Çünkü senden önce gelenler fazla geldiler bize. Onları işlerimize aldık evet, ama çok ucuza çalıştırdık. Mahallelerimize pek girsinler istemedik. "Mülteci"ydi onlar en fazlası bize göre. Bu yüzden yaşadıklarına bile şükretmeliydiler, nefes aldıklarına. Onlara verecek temiz bir havadan başka bir şeyimiz yoktu bizim. Onu da bereket versin, Allah veriyordu. Başlarına bombalar yağmadığına da şükretmeliydiler hem. Âh, bu vatan bizimdi, onlar  buradaydılar ama ne kadar da nankördüler!

Seni saramadık çocuk, seni bağrımıza basamadık. Sana ağlayamadık, seni ısıtamadık. Ayacıklarına bir çift çizme olsun alamadık, sana bir ev yapamadık. Yapamadık işte, yapamadık. O ıslak ellerini avuçlarımızın içine alamadık. Babanın artık tutamadığı ellerini, bir daha babana dokunamayacağın o çelimsiz, o soğuktan titreyen ellerini. Sana "korkma, biz yanındayız, seni korur, kollarız" diyerek yapacaklarımızı anlatıp içini ferahlatamadık. Yangın yeriydi için, farkında mıydık?

Ama sana ağıtlar yaktık, sana yazılar, şiirler yazdık güzel güzel. Edebiyat mı? Alâsını yaptık. Seni çokça paylaştık sosyal medya hesaplarımızda.

Biz bu kadar adamdık çocuk.

Babanı vurdular senin, biz baban kadar olamazdık.

(Suriye'de çocuklar ölüyor, evsiz kalıyor. Onlara bu kış gününde başlarını sokacak bir yuva yapılması için destek olabilirsiniz. İHH aracılığıyla 3072 nolu hatta KIS yazıp gönderdiğimiz zaman bölgede yapılacak briket evler için 5 tl, 4072 nolu hatta CATI yazıp gönderdiğimizde de 27 tl yardım yapmış olacaksınız. Ayrıca aynı yardımı Türkiye Diyanet Vakfı'mız üzerinden de yapabilirsiniz. Şimdiden Allah teala yardımlarınızı kabul eylesin. Size cennette daha güzellerini ihsan eylesin. Lütfen duyarsız kalmayalım. Konuyla ilgili yazdığım diğer bir yazı: "Çocuklar Çadırda Yaşayamaz", https://celalettinalkan.blogspot.com/2021/01/cocuklar-cadrda-yasayamaz.html?m=1)

20 Ocak 2021 Çarşamba

Âvam İyi Anladığına Değil, İyi İşittiğine İnanır


“Âvam iyi anladığına değil, iyi işittiğine inanır." diye bir söz var. Buradan şu üç sonuca varabiliriz:

1. İnsan kulağından beslenir. Zehir de kulaktan girer, şifa da. Bu sebeple âvam mertebesinde olan bizler ne dinlediğimize, kimi dinlediğimize çok dikkat etmeliyiz.

2. İnsanlara ne kadar delil sunarsanız sunun, neticede onlar size değil, konuları ilgi çekici bir şekilde anlatanlara daha çok inanırlar. Günümüzde aslında faydasız konuşan ama bir şeyler anlatıyormuş gibi yapanların dikkat çekmesi bundandır.

3. Madem ki insanlar konuları ilgi çekici bir şekilde sunanları daha çok dinliyorlar, öyleyse insanı tanımalı ve anlattıklarımızı insanların ilgilerini çekecek şekilde anlatmalıyız. Bu anlatıma tiyatral bir hava katmakla olabilir veya internet ortamında elden geldiğince kaliteli ve dikkat çeken içerikler üretmekle olabilir. Ancak elbette bunları yaparken ilmin, irşadın o vakur edasını zedelememek ziyadesiyle önemlidir.

Ve minallâhi't tevfîk.

İnternet Çağında Çocuklarımıza Nasıl Davranmalıyız?

İnternet çağında yaşıyoruz. Ayrıca salgın süreciyle birlikte bu çağın etkileri katmerlendi. Her türlü malûmata, kişiye, gruba ulaşmak artık çokça kolay. Dolayısıyla zararlı malûmat, kişi ve gruplara ulaşmak da çok kolay. Peki bu çağda özellikle çocuklarımızın dinî konulara ilişkin ilgilerini nasıl yönlendirebiliriz? Bize sordukları sorulara nasıl cevap verebiliriz? Onları zararlı kişi ve görüşlerden nasıl koruyabiliriz? Bu sorular artık çok sorulur oldu.

Kısaca bu konuda şu iki şeyi önerebiliriz:

1. Çocuklarınızla iletişiminiz üst düzeyde olsun

Çocuklarınızla aranızda tesis edeceğiniz güçlü bağlar kafalarına takılan soruları ilk önce size sormalarına, sizden rehberlik beklemelerine sebebiyet verecektir. Tersi bir durumsa çocuğu arayışa sokacak ve muhtemelen ilgisini en çok çeken kişilere yönelecektir. Maalesef günümüzde böyle kişiler de genelde sosyal medya ve interneti çok iyi kullanan, zararlı görüş ve düşüncelere sahip kişiler oluyor. "Hâlif tu'raf/ Farklı konuş ki tanınasın" demişler. Farklı konuşan, söylenmemiş yeni şeyler söylüyor sanılan kimseler hakikatin kapısını aralıyorlarmış, her biri yeni ufuklar açan hakikat katmanlarını birer birer kaldırıyorlarmış gibi davrandıkları için her devirde insanoğlunun ilgisini çekmişlerdir. Bu sebeple tabiî olarak çocuklarımızın böyle kimselerin tesiri altında kalmaları muhtemel olacaktır. Ancak şayet yavrularımıza yeter derece ilgi-alaka gösterebilirsek akıllarına takılan soruları önce bize soracaklar, böyle kimselerin düşüncelerine kapılıp gitmeyeceklerdir.

2. Çocuklarınıza hadlerini bilmeyi öğütleyin

Onlara yeri geldiğinde "evladım, bu konular bizi aşar, falancadan soralım" diyebilin. Yani işi ehline havale etme becerisini kazandırın onlara. Bu husus çok önemli. Çocuk bilmediği konularda bilen birine danışması gerektiğini bilirse ve bunu yüksünmeden, alçak gönüllülükle yapabilirse mesele büyük oranda çözülmüştür zaten. Elbette bu hasleti çocuklarımıza kazandırmak önce bu hassasiyeti kuşanmakla mümkündür. Bu noktada içinden çıkamadığınız bir konu olduğunda çocuklarınızın yanında bilir kişileri aramak, yahut bizzat ziyaretlerine gidip kendilerine danışarak fikirlerini almak çocuklarınız için paha biçilemez bir örneklik teşkil edecektir. Gerisi laf-ı güzâf. Fakat yaşadığı evde her konuda konuşan anne/ baba profili gören bir çocuk da olur olmaz her konuda fikir beyan etme hakkını kendinde doğal olarak görecektir. Böyle yetişen bir çocuğa sadece alanında yetkin, uzmanlık sahibi, işin ehli kimseleri takip etmesi gerektiğini öğretemezsiniz. Bu davranış bozukluğunun doğurduğu sonuçlar da maalesef çok ağır olur; çocuğunuz önce her meselede konuşarak bilgi kirliliği oluşturur, sonra da her meselede konuşan kişileri takip ederek savrulur, bir türlü durulamaz.

Allah hayırlı nesiller nasip eylesin cümlemize ve cümlemizi muhafaza eylesin bu çağın kirlerinden, kirlenmişlerinden.

19 Ocak 2021 Salı

Modern Zamanlarda Bize Yutturulan En Büyük Zoka: "Sorgulamak"

Balık tutmayı sevenlerimiz zokanın ne olduğunu hemen bileceklerdir. Zoka, balıkların dikkatini çekmek için tasarlanmış yapay bir yem türüdür. Bu yem, balıkları kandırmak için hareket, titreşim, flaş ve renk kullanır. Böylece balıklar zokayı yiyecek sanıp yutarlar. Daha sonra da oltanın başında bekleyen avcının akşam yemeği olurlar. Bu yalancı yem dilimize de bir şeyde fayda olduğunu zannedip şuursuzca o şeye yönelmek, ancak sonrasında hüsrana uğramak manasında "zokayı yutmak" şeklinde deyim olarak geçmiştir. Yani bu tabir hile yapılan ya da tuzak kurulan kişinin oyuna gelmesi durumunu anlatır.

Ahir zamanın zokası da "sorgulamak" kelimesidir zannımca. Neden böyle düşündüğümü kısaca izah edeyim.

"Aklın yok mu be kardeşim?" oltasına takarlar bu "sorgula" zokasını. İlk bakışta bize karşı dostane bir teklifmiş gibi gelen bu cümle, bizi geçmiş birikimimizden, ulemâmızdan koparıp avcılara parçalatacak bir tuzaktır aslında. Ama buna rağmen ilgimizi çeker. Aklımız vardır çünkü bizim. Hem de ne akıl! Öyle bir şeydir ki bu akıl, bizi bizden önce ve sonra yaşamış tüm insanlarla müsâvî kılar. Neticede onlarınki de akıldır bizimki de! İşte bu yüzden "sorgula" zokası bizi kendisine kolaylıkla çeken bir cazibeye sahiptir.

Bu zokayı yutarsanız güven ve selâmet içinde yaşadığınız denizinizden kopuş başlar. Önce boğazınıza takılan kancanın acısıyla kıvranırsınız, yani içinden çıkamadığınız sorular huzurunuzu kaçırır. Sonra denizinizden çıkartılırsınız, yani bin yıllarca, binbir emekle oluşturulmuş müktesebâttan uzaklaşırsınız ve nefessiz kalarak, yani rehbersiz kalarak ölürsünüz, yani "aklıma hangisi yatarsa ona uyarım" der ve savrulur gidersiniz. 

Neden böyle olur peki? Çünkü belli bir alt yapıya sahip olmadan tartışmalı konulara dalmak ancak cahillerin işidir ve sonu hep acıklı olmuştur. Ayrıca bu din bize dün gelmemiştir ki her konusunu yeni baştan ele alma ihtiyacı duyalım! Sürekli başa dönmeyi, yeniden başlamayı teklif eden, böylece bizi kısır bir döngüye mahkum eden bu anlamsız yaklaşım, bizi bir adım öteye dahi götüremez. 1400 küsür yıllık bir mazisi olan bu dinin meselelerini uzmanlıkla inceleyip titizlikle hayata tatbik eden âlimlerimizin emeğini yok saymak, sıfırdan, yeni bir din anlayışı ortaya koymak akıl kârı da değildir. Ya da böyle bir çabaya ille de girecekseniz öncesinde en az onlar seviyesinde ilmî yetkinliğinizi sağlamış olmanız beklenir sizden. Sağlamamışsanız onların üretimine tabi olmak en akıllıca seçenektir.

Diğer yandan bu teklifin genelde ya bu işin henüz başındaki ilahiyat öğrencilerine ya da bu konularla ancak kulaktan dolma bilgiler düzeyinde ilgilenen, meşguliyetlerinden dolayı teferruat düzeyinde ilgilenmeleri de mümkün olmayan halka yapılıyor olması dikkat çekicidir. Bu iki kesimin ortak noktası konulara tam bir vukufiyetlerinin olmaması, ancak biraz biraz ilgi-alakalarının bulunmasıdır. Bu yüzden bu zokayı en kolay onlar yutarlar. En kolay ele geçirilen av onlardır.

Bir insanın itikadî konularda neyi ne kadar bilmesi gerektiğini İmam-ı Gazâlî'nin "Kavâidü'l-akâid" adlı eserinden hareketle şu yazıda açıklamaya çalışmıştım. O yüzden burada tekrara düşmek istemiyorum. Bize seviyenize göre hangi bilginin gerekli olduğunu İman-ı Gazâlî'nin bakış açısıyla öğrenmek isteyenler söz konusu eserin özeti mahiyetindeki o yazıya müracaat edebilirler.

Netice olarak söyleyeceğim şu ki, kendi denizimizde huzurlu bir yaşam sürmek varken bu zokayı yutmayalım. İşe sorgulamakla başlamak yerine önce ortaya ciddi bir çaba koyup ilmî alt yapımızı oluşturmakla başlayalım. Bundan sonra da âlimlerimizin görüşlerini incelerken onlara şarkiyâtçılar gibi değil, bir Müslüman gibi yaklaşalım. Onların da meseleler üzerinde samimi gayretler ortaya koydukları ön kabulüyle hareket edelim. Sonra zaten sorgulanması gereken şeylerin büyük oranda sorgulanmış olduğunu, yaşamak isteyene arı-duru bir din anlayışı bırakılmış olduğunu hayranlıkla görecek ve onları elbette rahmetle, minnetle yâd edeceğiz.

Çocuklar Çadırda Yaşayamaz

"Günahsızdı gözlerim, öfkesiz bakışlarım,
Hiç ama hiç kızmadım hiçbir insana amca.
Yok mu senin bebeğin, sızlamaz mı yüreğin?
Yıldızlar mı yanıyor? Ateş yağıyor amca.
Ah anne! Ana ben ölüyorum anneciğim, anneciğim..."

Sıcacık evindeki tekli koltuğunda kahvesini yudumladıktan sonra son model telefonunun ekranına yansıyan, çadırda yaşamaya çalışan çocuklara baktı. Çadırın etrafı su kaplıydı. Hatta çadır bu haliyle adeta suda yüzen bir sandala benziyordu. Durdu, biraz baktı o fotoğrafa, düşündü ve şöyle dedi:

"Allah'ım ne de az şükrediyoruz!"

Sonra kahvesinden bir yudum daha aldı, ardından çocukları aşağı doğru kaydırdı. O akşam da vicdanını rahatlatacak bir malzeme bulmuştu işte. Artık çocuklara ihtiyaç kalmamıştı!

Bir diğeri de gördüğü fotoğraflara ayetler, özlü sözler, şiirler iliştirerek paylaştı. Epeyce etkileşim de aldı hani. Öbürü de bu çocukları görünce "Allah'ım bizi bu hallere düşürme" diye dua etti. Sanki o çadırda yatan çocuklar ümmetin, yani bizim çocuklarımız değilmiş gibi onları öteleyerek yaptı bu duayı. Öyle olmadıklarını varsaysak bile onların yalnızca birer "çocuk" olduklarını; merhamete, şefkate, sıcak bir yuvaya ihtiyaç duyduklarını nedense hiç düşünmedi. Taşlaşmış kalbiyle sadece kendisine dua etti!

Son zamanlarda bu üç insan türüyle çok sık karşılaşır olduk. Başkalarının acılarına yalnızca onları sosyal medya hesaplarımızdan paylaşarak ortak olabileceğimizi düşündük çoğu zaman. Acıya ortak olmak öyle kolay mıydı oysa? "Allah yardım etsin" deyip geçerken Allah'ın kullarına yine başka kullarıyla yardım ettiğini unutuyor olabilir miydik gerçekten?

Müslümanlar olarak çok ağır bir imtihandan geçiyoruz. İslam coğrafyası -bize göre çok Doğu'da kalmış birkaç ülkeyi saymazsak şayet- mazlum bir coğrafyaya dönüştü. Ümmetin kadınları kocasız, çocukları babasız kalıyor. Kurtulanlar da ya sakat kalıyorlar ya da temel ihtiyaçlardan bile yoksun bir şekilde yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.

Bu noktada şunu söylemek istiyorum ki, dünyaları başlarına yıkılmış bu çocuklar bizden şiir ya da özlü sözler beklemiyorlar arkadaşlar. Kendimizi kandırmayalım. Onları sağda solda özensizce paylaşıp prim yapmamızı da istemiyorlar sanki. Yardım bekliyorlar bizden galiba. Evet, imkanı olandan önce maddi yardım, imkanı olmayandan can u gönülden dua bekliyorlar gibi. Ne dersiniz?


Çadırda yaşayan çocukların hayat şartlarını biraz olsun iyileştirmek için yukarıdaki üç yöntemden daha etkili bir yöntem öğrendim. Bizim İHH diye bir yardım kuruluşumuz var. Bu kuruluşta bu çocukların durumlarını gerçekten dert edinen insanlar olmalı ki iki tane yardım hattı kurmuşlar. Bunlardan 3072 nolu hatta KIS yazıp gönderdiğimiz zaman bölgede yapılacak briket evler için 5 tl, 4072 nolu hatta CATI yazıp gönderdiğimizde de 27 tl yardım yapmış oluyoruz.

Bu arada bir briket evin maliyeti 3024 tl. Bu da demek oluyor ki 112 arkadaş CATI yazıp 4072'ye gönderirsek bu çocuklarımız için bir briket ev inşa etmiş oluyoruz.
Bu çocuklar için bir şeyler yapmak istiyorsak eğer işte böyle bir yardım yapalım öncelikle. Biz ailecek bu kampanyaya 4 kişi olarak katılıyoruz. İnşallah bu yazı vesilesiyle geri kalan 108 kişi de tamamlanır.

Unutmayın: Çocuklar çadırda yaşayamaz.

12 Ocak 2021 Salı

Lütfen Ulemâmızı Kıskanmayalım

Ulemâ hakkında ileri geri konuşanlar, ulemâmızın ümmetin gönlündeki yerini kıskandıkları için yapıyorlar bunu. Yok efendim hurafeymiş, sahih bilgiymiş falan filan geveleyip dursalar da bunları geçsinler lütfen. Bal gibi de kıskanıyorlar âlimlerimizi.

Peki geçmiş ulemâ lâ yüs'el midir, sorgulanamaz mı? Elbette ki hayır. Fakat Müslümanı Müslüman gibi eleştirmen beklenir senden, gayr-i müslim gibi değil. Yani saldırmamalısın, o insanların da en az senin kadar bu işlere kafa yorduğunu anlamalısın. Aksine ihtimal vermeyecek kadar ehl-i vicdan olmalısın.

Son nefesini verip bu dünyadan ayrılmış, sana cevap vermesi mümkün olmayan insanlara iftira atmamalısın. Onları sanki kötü niyetli İslam düşmanlarıymış gibi linç malzemesi yapmamalısın, yaptırmamalısın. 

Hem sonra aslî kaynaktan binlerce yıl uzakken, zihin dünyan türlü işgallere maruz kalmışken, hakikat meşalesini elinde taşıdığından nasıl bu kader emin olabiliyorsun? Kaynağa daha yakın olanın daha temiz düşünüyor olması sence de daha aklî değil mi?

Peki neden yapıyorlar bunu? Neden her fırsatta kadim ulemâya saldırıyorlar? Buna mukabil bir gayr-i müslim düşünürün görüşleri onlara neden daha sevimli gelebiliyor?

Çünkü bakın asırlardır âlimlerimizin isimlerini zikrederek konuşuyoruz, müftîler onları dikkate almadan, anasına-atasına rahmet okumadan fetva vermiyorlar. Verirlerse iğreti kalıyor, makul ve makbul karşılanmıyor. Âlimlerimizi canımız gibi seviyoruz yani.

Fakat bu arkadaşların adını maalesef ölüp gittiklerinden sonra kimse anmayacak :( İşte bu sebeple içten içe âlimlerimizi kıskanıyorlar.

Selâm olsun teslîm-i ruh eyleseler de eserleriyle diri olan âlimlerimize. Cümlesine rahmet olsun.

11 Ocak 2021 Pazartesi

Denizi Olmayan Konya'da Boğulmak

Şimdi size denizi olmayan Konya'da nasıl boğulma tehlikesi atlattığımı anlatacağım. Anlatacağım çünkü buradan çıkarmamız gereken çok önemli bir ders var.

Sene 2008. Lise sondayız. Okul bizi Konya'ya 1 buçuk aylığına kursa göndermiş. Kursu başarıyla bitirirsek bir belge alacağız ve o belgeye istinadenen daha kolay atanacağız. Öyle diyorlar. Konya İmam Hatip Lisesi'nin yurdunda kalıyoruz.

Böyle ortamlarda hemşehri ararsınız hemen. Öyle yapıyorum ve benim gibi hemşehri arayan Trakya'lı 6 arkadaş buluyorum. Benimle birlikte 7 kişiyiz. Elemanlar zehir. Acayip eğleniyoruz. Daltonlar gibi geziyoruz şehirde. Çok havalıyız.

Ben o yaz İstanbul'da çalışmışım. Üzerimde yüklü miktarda para var (bir öğrenciye göre yüklü miktarda). Ama çabuk gaza gelen yapım sebebiyle parayı 15 günde çar-çur ediyoruz. Öyle ki en son otobüs paramız bile kalmıyor ve İstanbul'a trenle dönüyoruz. Tam 1 günde. Kara trenle.

Konya'dan ayrılmadan önce son olarak yediğimiz yiyecek seyyar satıcıdan aldığımız domateslerle yaptığımız ekmek arası oluyor. Seyyar satıcı halimize bakıp acıyor, içine birkaç domates de kendisinden koyuyor. Başının gözünün sadakası oluyor. Gerçekten de sadakalık duruma düşüyoruz.

Paramızın olduğu ilk 15 gün rüya gibi geçiyor. Şehri turluyoruz, döner filan yiyoruz bol ketçaplısından, Alaaddin tepesinin oradaki Truva internet kafede saatlerce takılıyoruz, yer altı çarşılarını geziyoruz.

Ama kalan bir ay boyunca sefalet içinde yaşıyoruz; Alaaddin tepesinde yatırıyoruz bütün gün miskin miskin, sigara içen arkadaşlar yerden izmarit toplama seviyesine geliyor, hatta günü birlik iş arıyoruz.

Öyle ki şehrin sebillerinden su içtiğimiz bir gün çeşmede bir ilan görüyoruz ve bir firmanın distirübütörü olmak için düzenlenen toplantıya katılıyoruz. Firmanın ürünlerini satıp para kazanacağız. Plan bu. Ama üye olmak için bizden para istiyorlar. Karnımızı oradaki ikramlarla doyurup mekanı terk ediyoruz.

Paramız olduğu ilk 15 gün fişek gibi geçerken kalan 1 ay 15 günlük süre geçmek bilmiyor. Geceleri mehtaba bakıp gün hesabı yapıyoruz. Annelerimizin o sıralarda hangi yemekleri yaptıklarını konuşuyoruz. Yurtta sürekli bamya çıktığı için çoğu zaman aç kalıyoruz. Çok fena ıssızız yani.

Daha anlatacak çok şey var ama asıl konuya geçeyim. Konya yazları çok sıcak oluyormuş. "Kursa geldik, kimse bizi tanımıyor. Fırsat bu fırsat kafayı sıfıra vuralım" diye düşünen bizim grubun dışındaki birkaç arkadaş sıcaktan patır patır bayılmaya başlayınca yurdun müdürü saçları sıfıra vurmayı yasaklıyor.

Yine böyle sıcak bir günde arkadaşlardan biri "burada havuz varmış, yüzmeye gidelim mi" diyor. Herkes kabul ediyor. Hazırlık yaparken içlerinden biri "beyler, yüzme bilmeyeniniz yok değil mi" diyor. Yok diyoruz. Ben varım halbuki. Yok diyorum ben de.

3-5 yaşlarındayken babam beni baraja götürmüş. Orada çekilmiş fotoğraflar var. Yüzmeyi biliyor olmalıyım yani. Kendi kendime "ne kadar zor olabilir ki" diyorum ve yolda da "ben Karadeniz'in çılgın dalgalarında yüzdüm, havuz ne ola ki" diyorum arkadaşlara. Gülüyorlar. Gülüyoruz. İlerliyoruz.

Kendi anlattığım hikayeye nasıl inandıysam artık havuza vardığımızda ilk ben atlıyorum suya. Ama bir şeyler ters gidiyor. Su beni kaldırmıyor. Halbuki kaldırmalıydı. Çırpınıyorum, bana mısın demiyor. Çırpınınca beni kaldırması gerekiyordu oysa ki.

Derken 15-20 saniyelik bu çırpınış esnasında zaman genişliyor, hayatım bir film şeridi gibi geçmeye başlıyor gözlerimin önünden. Batıyorum. Kelime-i şehadet getirmeye çalışıyorum. O da ne, biri beni bir hışımla çıkarıyor sudan! "Öldüm mü acaba" diyorum kendi kendime.

"Kardeşim madem yüzme bilmiyorsun niye suya balıklama dalıyorsun?" diyor beni sudan çıkaran elin sahibi. Can kurtaranmış meğer. Ölmemişim. Adam haklı öte yandan. Bir şey diyemiyorum.

Bütün havuz etrafıma toplanıyor. Daha sonra biraz soluklanınca ayrılıyorlar yanımdan. Arkadaşlara soracağım bir soru var: "Beni neden kurtarmadınız oğlum, ölüyordum neredeyse!?", "Hacı biz şaka yapıyorsun sandık" diyorlar. 

Ortalık sakinleştiğinde yanıma bir adam sokuluyor. Onun yanında da 6-7 yaşlarında bir çocuk. Adam çocuğu suya salıyor. Çocuk balık gibi yüzüyor. Zoruma gidiyor, olacak şey değil! Adam beni cesaretlendiriyor gayet iyi niyetli bir şekilde. "Baksana aslanım, çocuk bile yüzüyor, al bakalım şu simidi, sen de yüz" diyor.

Ben o zamana kadar Keşan'daki karanfil simidin gevrek simitlerinden başka simit görmemişim ki. Simit nasıl takılır onu da bilmem. Simidi kafama takıp dalıyorum havuza. Simit yukarıda kalıyor, ben batıyorum. Yine bir boğulma tehlikesi atlatıyorum. 

Can kurtaran tekrar bir hışımla geliyor. Hem beni kurtarıyor hem homurdanıyor. Sudan çıkartılıp uzaklaştırılıyorum. 1 metrelik çocuk havuzuna alınıyorum. Ertesi yaz anneannemlerin köyünde 5 litrelik su bidonlarıyla yüzmeyi öğreniyorum. Bu da böyle bir anım.

Hâsılı: Eski fotoğraflarınız sizi aldatmasın. Üzerinden çok zaman geçmiş ve her şey değişmiş olabilir.

6 Ocak 2021 Çarşamba

Beyitler; Naat, İlâhî Aşk ve Öğütler, İlim, Ölüm Konularında

Birkaç yıldır kullandığım Twitter hesabım ilgi-alakalarınıza mazhar olarak hatırı sayılır bir kitleye hitap eder hale geldi. Aslında bir not defteri gibi kullandığım bu hesaptaki paylaşımlar maalesef zamanla kayboluyor ve bu durum beni üzüyor. Ben de hem bunun önüne geçmek hem de en çok ilginizi çeken ve öne çıkan beyitleri "naatlar", "ilâhî aşk ve öğütler", "ilim", "ölüm" başlıklarıyla bir araya getirdim. İstifadeli olması temennisiyle.

NAAT SEÇKİSİ


"Aşkınla senin olmayan âşüfte vü hayrân,
Âdem mi sanır kendini insân arasında..?"

"Âdem ki henüz tîn idi ummân arasında,
İsmin okudu sûre-i Rahmân arasında.."

"Vücûdun bir kitâb-ı âsümânî ya Resûlallah,
Ki tenzîl etti Mevlâ arza ânı ya Resûlallah..
Senin vasf-ı şerîfinle ben oldum mest-i lâ ya’kil, Dil-i şeydâ ezelden böyle hayrân ya Resûlallah.."

Kısaca: Senin vücudun Allah Teâlâ’nın ne harikalar yarattığını insanlara göstermek üzere gökten yere indirilmiş bir ilâhî kitap gibi ya Resûlallâh, Mübarek vasfını duyunca aklım başımdan gitti; kendimden geçtim. Bu deli gönül ezelden beri sana hayran ya Resûlullah..

"Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım,
Her gelişin bir taze haberdi, unutmadım..
Toprağa düşen tohum, onda gizlenen renk, şekil, koku,
Senin için biçimlenirdi, renklenirdi, kokardı senin için, unutmadım.."

"Ey aşk, ey dirilik soluğu, ey evrenin hareket kaynağı,
Nasıl unuturum, nasıl unuturum, hiç unutmadım.."

"Rahmeten li'l âleminsin hem şefîul müznibîn,
Bâb-ı ihsânında saf tutmuş cemîu'l mücrimîn.."

"Her kim ki olur iş bu cihân yâr-i Muhammed,
Elbette olur uhrâda ol câr-i Muhammed.."

"Mâil oldum bahçesinde hurmaya,
Takâtım kalmadı aslâ durmaya..
Ol Medine Ravzasını görmeye,
Görmeyince alma yâ rab cânımı.."

"Hak nasib eylese bizde varalım,
O çöllerin sâfâsını görelim..
Ravzasın eşiğine yüzler sürelim,
Sürmeyince alma yâ rab cânımı.."

"Doğdu ol saatte ol sultan-ı dîn,
Nûra gark oldu semâvât-ü zemîn.."

"Ve mâ medahtü Muhammeden bi makâletî,
Ve lâkin medahtü makâletî bi Muhammedin.."
[Ben sözlerimle Muhammed'i (s.a.s) övemem,
Fakat sözlerimi Muhammed'den (s.a.s) bahsederek överim/ sözlerim O'ndan bahsederek değer kazanır..]

"Bir kurtuluş kandili gibi idrak ettiğimiz,
Tan yıldızı da doğmuştu.."

"Derdinle doldum, bilmezem n'oldum,
Yandım kül oldum, nâr-ı aşkınla.."

"Bahr-i aşkta bî-karârım yâ Resûlallah meded."

"Lebin vasfında sultânım dehân âşık zebân âşık,
Sana ey mihr-i tâbânım zemîn âşık zamân âşık.
Vücûd-i âleme bâis vücûdun olduğu zâhir,
Mine'l-evvel ile’l-âhir sana kevn ü mekân âşık."

[Sultanım! Allah'ın kelamını ileten o güzelim dudağına ağız aşık, dil aşıktır.
Ey parıldayan güneşim! Sana hem yeryüzü hem zaman aşıktır.
Şu kainatın yaratılmasına mübarek vücudunun sebep olduğunu bilmeyen yok.
Bu yüzden ilk gününden son gününe kadar sana bütün kainat aşıktır.]

"Siyah gözlerine beni de götür,
Artık bu yerlere sığamıyorum.."

"Elâ ey mefhar-i âlem sana kevn ü mekân âşık,
Döner nûrun ile devrân sana cân ü cihân âşık.."

"Meh-cemâlin mir'ât-ı Hakk ey Habîb-i Kibriyâ,
Vechinde gizlidir sırr-ı Sübhân yâ Resûlallah..
Sana ümmet olmak öyle yüce bir ni'mettir ki,
'Küntüm hayra' buyurmuştur Kur`ân yâ Resûlallah.."

"Yüzü kâre âsî-i bî-çâreyiz eyleme red,
Ey nebîler pâdişâhı fahr-ı âlem el-meded.."

"Beni nefsim esîr etti, meded kıl yâ Resûlallah,
Günahlarla hakîr etti, meded kıl yâ Resûlallah.."

"Cihânın cânısın sensiz vücûdumda hayât olmaz,
Bana senden cüdâ olmak gibi müşkil memât olmaz.."

"Ey şâh-ı enbiyâ sen o hikmet-şi'ârsın,
Âhir-zamâna bir gül-i evvel-bahârsın.."

"Can ü dilden aşıkam billahi Beytullâh’a ben..
Başladım şimden geru nat-ı Rasûlullâh’a ben.."

"Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı.."

"Nebîler rûz-i mahşerde şefâat bekliyor senden,
Gönül şehrinde her methe sezâsın yâ Resûlallah.."

"Muhammed'in (sas) methini edelim baş üstüne,
Zîrâ ki ol Muhammed (sas) yürüdü arş üstüne.."

"Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli,
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli.."

"Aşık Yunus’un canı, ilm ü şefaat kânı,
Alemlerin sultanı, sensin ya Rasûlallah."

"Senin aşkın kamu derde devâdır yâ Resûlallah,
Seni görmekliğe bin cân bahâdır yâ Resûlallah.."

"Geldi nice peygamber-i zî-şân bu cihâna,
Sen cümlesine seyyid ü servetsin efendim.."

"Mevcût idi zâtın yoğ iken âlem ü Âdem,
Sen evvel idin hem de nihâyetsin efendim.."

"Cemâlinden cemî âlem münevver,
Kemâlinden ânın Sübhân'ı buldum.."

"Şefkat etmek bî-kes ü bî-çâreye,
Âdetindir yâ Resûlallah senin.."

"Gönül nûr-i cemâlinden habîbim bir ziyâ ister,
Gözüm hâk-i rehinden ey tabîbim tûtiyâ ister.."

- Ey sevgilim, gönül senin güzelliğinin nurundan bir parçacık ışık ister.
Ey tabibim, gözüm senin yolunun toprağından bir zerrecik sürme ister.

"Gördünse cânân illerin, Bülbül haber vergil bize..
Koktunsa yârin güllerin, Bülbül haber vergil bize.."

"Aşkınla senin olmayan âşüfte vü hayrân,
Âdem mi sanır kendini insân arasında?"

"Firâkın âteşinden mahz-ı nârım yâ Resûlallah,
Gönül hicrân gözüm kân bî-karârım yâ Resûlallah.."

"Garîb bir andelîbim zâr ü zârım yâ Resûlallah,
Visâlindir demâdem intizârım yâ Resûlallah.."

"Ey şâh-ı enbiyâ sen o hikmet-şi'ârsın,
Âhir-zamâna bir gül-i evvel-bahârsın.."

"Gül derip gül yüzünden armağanlar taşısam,
Çoraklaşan şu dünya yemyeşil diyâr olur..
Ey bülbülün sevdâsı, sultânı gülistânın,
Sensiz bütün mevsimler bize sonbahar olur.."

“Ben Resûl-i Kibriyânın, bülbül-i nâlânıyım,
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım."

"Bûy-ı vaslındır muattar eyleyen sümbülleri,
Nûr cemâlinden eserdir bâğ-ı aşkın gülleri.
Gül cemâlindir Habîbim mest eden bülbülleri.."

"Güneş güzel yüzünden parlaklık aldı ey Gül,
Acep hayran olmadan hangi göz bakar sana?"

Hz. Adem'in Cennetten Çıkarılışına Farklı Bir Bakış;

"Duyunca makdem-i teşrîfin Âdem sulb-i pâkinden,
Değişdi habbeye bâğ-ı cinânı yâ Resûlallah.."

[Hz. Adem Senin dünyaya teşrifinin kendi temiz soyundan olacağını duyunca,
Cennet bahçelerini bir buğday tanesine değişti ey Allah’ın Resulü.."

"ومامَدَحْتُ مُحَمَّداً بِمَقَالَتِى، وَلٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ.."

[Ben sözlerimle Hz. Muhammed'i (sas) övmedim,
Fakat sözlerim ondan bahsetmekle güzellik kazandı..]

O'na dokunan her şey onunla güzellik kazanır.
Ayın, güneşin ışığını O'nun nurundan aldığı gibi..

"Bir güzelin meftûnuyum,
Alem O'nun dîvânesi.."

"إن صح ما أبصرت في منامي، فأنت مبعوث إلى الأنام.." "İn sahha mâ ebsartü fî menâmî, Fe ente mebûsün ile'l enâmî.."

Efendimizin annesi Hz. Âmine'nin, vefatından dakikalar önce efendimizin minik ellerini tutup gözyaşları içinde ona okuduğu şiiri ve ikrarı:
"Eğer rüyada gördüğüm doğruysa, Sen insanlığa gönderilmiş olan peygambersin.."

"محمد: اشرف الاعراب و العجم، محمد: خير من يمشي عَلَى قدم.. محمد: طابت الدنيا ببعثته، محمد: جاء بالايات و الحكم.." 

[Muhammedün: Eşrafü'l a'râb-i ve-l acemi, Muhammedün: Hayru men yemşi alâ gademi.. Muhammedün: Tâbeti'd dünyâ bi bi'setihi, Muhammedün: Câe bi'l âyati ve'l hıkemi..]

Muhammed: Arabın ve Acem'in en şereflisi, Muhammed: Ayaklarıyla yürüyenlerin en hayırlısı.. Muhammed: Dünya O'nun peygamberliğiyle güzelleşti, Muhammed: Ayetler ve hikmetler getirdi..

"Sabah nûrunu O’nun çehresinden aldı,
Gece ise karanlığını O’nun siyah saçlarından.."

"وَأَجْمَلُ مِنكَ لَم تَرَ قَطُّ عَيني، وَأَطْيَب مِنكَ لَم تَلِدِ النِساءُ.. خُلِقتَ مُبَرَّءً مِن كُلِّ عَيبٍ، كَأَنَّكَ قَد خُلِقتَ كَما تَشاءُ.."

"Yâ Resûlallah; Senden daha güzelini gözler görmedi, Senden daha iyisini doğurmadı kadınlar..
Bütün ayıplardan berî yaratıldın Sen, Sanki nasıl istidinse öyle yaratıldın Sen.."

"Ay u güneş, yedi yıldız seni över kamu düpdüz,
Senin sözünden ayruk söz hatâdır yâ Resûlallâh.."

"Bâd-ı sabâ selâm söyle o yâre,
Pek göresim geldi illerimizi,
Gönül arzu çeker ammâ ne çâre;
N'ideyim tutan var yollarımızı.."

İLÂHÎ AŞK ve ÖĞÜTLER


"Yazıktır alemde şâh iken gedâ olmayasın,
Secdeler eyle ki merdûd-i Hüdâ olmayasın.." 

"Sıhhatle selâmet ver, lutfeyle Kerîm Allah..
Kulluğuna tâkat ver, lutfeyle Kerîm Allah.." 

"Yanmayan kamıştan ney olmaz.." 

"Eğriyim diyen yarın doğrulur,
Doğruyum diyen yarın eğrilir.." 

"Ey pâdişâh-ı zü'l-celâl,
Gönlüm sana döndür benim bu gece.." 

"İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer,
Aşkı olmayan gönül misâl-i taşa benzer.." 

"İstiyorsan Hakk'a varmayı,
Meslek edin gönül almayı.." 

"Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyu,
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş.." 

"Kalbini pâk etmeyen görmez cemâl-i vahdeti,
Nefsini hâk etmeyen bulmaz kemâl-i rıf'ati.." 

"Kalb-i mü'min ki arş-ı Rahmân'dır,
Ânı yıkmak ziyâde tuğyândır.." 

"Senden bu cihân içre nişân ister idim ben,
Âhir şunu bildim ki; cihân hep senmişsin.." 

"Ne feryâd edersin divâne bülbül?
Senin bu feryâdın gülşene kalsın..
Bu dünyada eremezsen murâda,
Huzûru mahşere, divâna kalsın.." 

"İzzin celâlin hakkıy'çün bir çâre kıl mevlâm bana,
Tâ cümleden fâriğ olup meyl eyleyem senden yana.." 

"Dalayım aşkın bahrine, gavvâs olayım bir zaman,
İsteyeyim dâim seni, seyyâh olayım bir zaman.." 

"Erenler meclisinde deste kızıl gül idim,
Açıldım, ele geldim, soldum ise ne oldu?" 

"Dânişmentler, âlimler medresede bulduysa,
Ben harâbât içinde buldum ise ne oldu?" 

"Yanılıp bunca günâhı eyledim nisyân ile,
Hazretine nice varsın bu kulun isyân ile?
Fahr-i âlem hürmetine, izzetine yâ İlâh,
Cennete gönder beni îmân ile ihsân ile.." 

"Ben taşrada arar iken,
Ol cân içinde cân imiş." 

"Bir Hüdâ'dan gayrı yârı istemem,
Ol gülün indinde hârı istemem.." 

"Yüz bin cefâ kılsan bana,
Senden yüzüm döndürmezem.." 

"Ne ilmim var ne tâatim, 
Ne gücüm var ne tâkatim,
Meğer senin inâyetin,
Ede yüzüm ak Çalab'ım.. 

"Bize dîdâr gerek, dünya gerekmez,
Bize mânâ gerek dâvâ gerekmez..
Bize aşk şerbetinden sun a sâkî!
Bize uçmaklarda kevser gerekmez.." 

"Yunus okur diller ile,
Ol kumru bülbüller ile,
Hakkı seven kullar ile, 
Çağırayım mevlam seni.." 

"Ne tamuda yer eyledim,
Ne uçmakta köşk bağladım,
Senin için çok ağladım,
Bana seni gerek seni.." 

"Korkma tamudan eğer âşık isen,
Bülbül olanın yeri gülzâr olur.." 

"Eşrefî sâ’atdir ol dem aşıkân bidâr olur
 Kimde var aşkın nişânı zâr olur vakt-i seher.." 

"Ahîlere ahret gerek,
Mecnûn'lara Leylâ gerek,
Bana seni gerek seni.." 

"Bilmişim dünya halini,
Terk ettim kıyl ü kalini,
Başım açık, ayak yalın, 
Çağırayım mevlam seni.." 

"İlâhî bir aşk ver bana ben benliğim bilmeyeyim,
Bir gül olayım biteyim açıluban solmayayım.." 



"Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz,
En güzel günlerinde gençliğimizin.."

"Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini,
Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim.."

"Âlemde bu gönlüm gibi zulmet-zede yok,
Bahtım gibi bir baht-ı siyah kimsede yok.."

"Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül bülbüle,
Derde yok sabrı onun her lahzâ bin feryâdı var.."

"Cânâne cefâ kılsa n’ola câna safâdur,
Ağyâr elemin çekdüğümüz ya ne belâdur!"

"Yola çıkıp varmayan, yoldan çıkıp varan yoktur.."

“Bir şey beklemeyen kimse, hür olur..”

"Rüzgâr gibi ağustos geçti ellerimizden.." 

"Yağma edersen varlığın, gider gönülden darlığın.." 

“Âlem-i sûrette mir’ât-ı mücellâdur gönül..” 

"Likâü'l halîl, Şifâü'l alîl.."

[Dost ile buluşmak hastaya şifadır..]

"Arifler ortasında sofilik satmayalar,
İhlas ile bu aşka riyâyı katmayalar..
Ya bildiğini söyle, ya bir bilirden işit,
Teslimlik ucunu tut, sözü uzatmayalar.."

"Yûnus der ki ey hoca,
İstersen var bin hacca,
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir.."  

"Gün olur ey meh-i nâzım bu sabâhat da geçer..
Bizi hicrânda koyan bu şeb-i hayret de geçer..”

"Efendim sana kim derler, ne yerdensin, nedir adın?
Cefâyı kimden öğrendin â zâlim, kimdir üstâdın?"

"Neş’eyle geçen ömrümü eyvâh keder ettin,
Şen gönlümü bir kül gibi yaktın heder ettin.."

"Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen,
Kan ağlar içim hâtır-ı nâ-şâdıma gelsen.."

"Ümidini kestiğin her şeyden azade,
Ümit ettiğin her şeyin de kölesisin.."

"Sana durlanmış kelimeler getireceğim,
Pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler.."

"Uyumak istiyorum, başım bir cenk meydanı,
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek yaradanı.."

"Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.."

"Gönlüm yürü var yârine ağyâre kapılma,
Gül goncası bul kokla, sakın hâre kapılma."

"Yokmuş bir âha ey gül-i ra’nâ tahammülün,
Bağrın ne yaktın âteş-i hasretle bülbülün.."

"Sen de Leylâ'dan mı öğrendin cefâkâr olmayı?"

"Gitme bu gece bezm-i safâdan ne olur kal.."

“Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi,
'Eylül' diyorsun, tam da orada başlıyor ayrılık.”

"Cânibi mâşuktan olmazsa muhabbet âşığa,
Sa’yi âşık âşığı mâşuğa îsâl eylemez." 

- Sevilen tarafından sevene bir muhabbet olmazsa,
Sevenin gayreti onu sevdiğine ulaştırmaz.

“Ne mal iledir, ne sâl (yaş) iledir.
Beyim ululuk kemâl iledir.”

"Meşveretsiz kim ki bir iş işleye,
Şol nedâmet parmağın çok dişleye.."

"Dünyayı bilen aldanmaz,
Ahireti bilen aldatmaz."

“Nefsimiz iledir daim harbimiz,
Cahili-ü nâdânla kavga gerekmez.”

“Vefâ her kimseden kim istedim andan cefâ gördüm,
Kimi kim bî-vefâ dünyâda gördüm, bî-vefâ gördüm."

"Bu sekiz şeydir belâ-yı ehl-i dünyâ bil yakîn,
Hırs u şehvet fahr u ziynet lu'b ü gaflet kibr ü kîn."

"Neş’eyle geçen ömrümü eyvah keder ettin,
Şen gönlümü bir kül gibi yaktın heder ettin.."

"el-Abdü hürrun in kanea, ve'l-Hürru abdü'n in tamea."
- Köle kanaat ederse hürdür, Hür tamah ederse köledir. Yeme tamah eden kuş tuzağa tutulur..

"İlâhî izzetin hakkı bu gönle sen tahâret ver,
Habibin Mustafâ hakkı hevâlardan ferâgat ver.." 

"İlâhi cennet evine, girenlerden eyle bizi,
Varub anda cemâlini, görenlerden eyle bizi.." 

"Kurulur pazar-ı vuslat yâr ile vakt-i seher,
Göz yaşı nakdin verenler mâl alır vakt-i seher.." 

"Bâd eser cânân ilinden mest ider âşıkları,
Bû-yi cânânı duyanlar mest olur vakt-i seher.." 

“Her yerde fakat ârifin kalbindedir Allah,
Yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın?” 

"Okunur dilde destanın, açılır bağ ü bostanın,
Sen baktığın gülistanın, gülleri solmaz Allah'ım.." 

"Her ne ef'âl ü amel olsa netîcesi kusûr,
Dilerim tahvîl edesin yâ Muhavvil yâ Ğafûr.." 

"Kerem kıl kesme sultânım keremin bî-nevâlardan,
Kerem-kâne yakışır mı kerem kesmek gedâlardan?" 

"Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hürrem mi sanırsın?"

"Aşk derdinin dâvası kabil-i dermân değil,
Terk-i cân derler bu derdin mûteber dermânına."

“Biz o âşıklarız ki, yaramız merhem kabul etmez;
Gönül hem mutlaka iyileşecek bir ilâç ister, hem kabul etmez..”

"Yâr için ağyâre minnet ettiğim aybeyleme,
Bâğ-ı bân bir gül için bin hâreye hizmetkâr olur.."

"Hâl-i bâğ-ı bülbülü dîvâneden sormak gerek,
Hâl-i Mecnûn'u velî mestâneden sormak gerek.."

"Ârif ol gönlünden âhar bir yere kılma nazar,
Aç gözün, kaldır hicâbı sende gayrullahı gör.."

"Ârif ol ilm-i ledünnden ders alup Allah'ı bil,
Kalma kıyl ü kâl içinde vâiz-i hülyâ gibi.."

"Ele geleni yersin, dile geleni dersin,
Böyle dervişlik dursun, sen derviş olamazsın.." 

"Gel bir eyyâm elem-i cevrden âzâd olalım,
Zevki tebdîl idelim hicr ü gâma şâd olalım."

"Küf tutmaz elmastır aslımız bizim,
Hazreti Âdem’dir neslimiz bizim."

"Hatırımdan çıkmaz asla ahd-ü peymânın senin,
Âşıkı mahveylemek mi lûtf û ihsânın senin?"

"Dertliyim ruhuma hicrânımı sardım da yine,
İnlerim, şimdi uzaklarda solan gün gibiyim.
Gecenin rengini kattım içimin mâtemine,
Sönen ümîd ile günden güne ölgün gibiyim."

"Var mı hiçbir fert ki bulmuş intizamı âlemi
 Bakma dünya işidir bu dâima viran gider."

"Dervîşlik dedikleri hırka ile tâç değil,
Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâç değil."

"Ârif ile sohbet etmek dürr ü mercân incidir,
Câhil ile sohbet etmek günde bin cân incitir."

"Söylesem âlem güler, ketmeylesem gönlüm yanar,
Söylenilmez, ketmolunmaz, böyle bir hâletteyim.."

"Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alıp;
Her gelen gamlı gider şâd gelip yanımıza.."

"Ganîdir aşk ile gönlüm, ne mülküm ne menâlim var..
Ne vasl-ı yâra handânam, ne hicrândan melâlim var.."

"Mübtelâ-yı aşk olan elbette cânanın arar,
Böyledir kânun-ı Hakk derd ehli dermânın arar.."

"Her ne yüzle baksa göz âyînede kendin görür,
Vechini pâk eyle kim mir’âta bühtân olmasın.."

"Cirmim sagîr, cürmüm kebîr,
Ömrüm kasîr, emrim asîr.."

"Öyle bir dildâre dil ver eyleye dilşâd seni,
Öyle bir dâmeni tut ki ede ber-murâd seni.."

"De 'Bismillâhirrahmânirrahîm'i,
Bulasın tâ tarîk-i müstakîmi.."

"Adımız miskindir bizim,
Düşmanımız kindir bizim,
Biz kimseye kin tutmayız,
Kamu âlem birdir bize.."

"Gonca gülsün gül açılsın cûy feryâd eylesin,
Sen dur ey bülbül biraz gülşende yârim söylesin.."

"Çile-i aşka giriftâr olmayan derviş m'olur?
Gece gündüz derd ile zâr olmayan derviş m'olur?
Âşıkın gönlüne nûr-ı aşk dolar deryâ-misâl,
İçi dışı dolu envâr olmayan derviş m'olur?"

"Âşık eğer izzet davası güder de, zelîl olmazsa,
Vuslatı bırak; selâma bile muhtaç olur..”

"Edep iledir nizâm-ı âlem,
Edep iledir kemâl-i âdem.."

İLİM


“Rütbetü'l-ılmi a'le'r-rüteb/
İlim rütbesi rütbelerin en yücesidir.."

"ليس اليتيم الذي قد مات والده، بل اليتيم يتيم العلم و الادب..
 .ليس الغريب في الشام و اليمن، بل الغريب في اللحد و الكفن.."

[Yetim babası ölen kişi değildir, 
Asıl yetim ilmi ve edebi ölen kişidir.
Garip de Şam'da, Yemen'de olan değildir.
Asıl garip mezarda ve kefende olandır..]

"Âlim ölse bile diridir,
Cahil diri olsa bile ölüdür.."

"Ameli olmayan hikmetli söz,
Ödünç alınmış süslü elbise gibidir.."

"İlim, ezber edilen şey değil, 
Ezber edilen şeyden temin edilen faydadır."

"Ezberi olmayan âlim olamaz.
Zihinde bilgi taşımak bilimin zorunlu geleneğidir.".

"مجد التاجر فى كيسه، ومجد العالم فى كراريسه.."

[Tüccarın şerefi ve izzeti kesesinde,
Âlimin şerefi ve izzeti kitaplarındadır..]

"نصف العلم أخطر من الجهل."

[Nısfü'l ılmi, ahtaru mine'l cehli.] 
- Bir şeyi yarım bilmek, hiç bilmemekten daha tehlikelidir

"من ذاق ظلمة الجهل، أدرك أن العلم نور."

- Cehaletin karanlığını tadan, 
İlmin (ne kadar güzel bir) aydınlık olduğunu anlar.

"العلم في الصغر، كالنقش على الحجر."

- Küçükken ilim öğrenmek, 
Yazıyı taşa nakşetmek gibi kalıcıdır.

"لا ينال العلم براحة الجسم."

- Beden rahatlığıyla ilme erşilmez.

"القراءة بلا تأمل، كالأكل بغير هضم."

[el-Kırâetü bilâ teemmülin, ke'l ekl-i bilâ hadmin]
- Düşünmeden okumak, hazmetmeden yemek gibidir.

"Zebaniler dahi dönüp bakamaz,
Bin cehennem olsa ilim ehlini yakamaz."

[Men lem yezük zülle't-ta'lîm-i sâaten, 
Yüblâ bi zülli'l cehli tûle hayâtihi.] 

- Ta'lîmin zilletini bir an olsun tatmayan kimse,
Hayatı boyunca cehâletin zilletiyle sınanır.

"لكل شيء افة، و افة العلم نسيانه." 

[Li külli şey'in âfetün, ve âfetü'l ılmi nisyânuhu]

- Her şeyin bir afeti vardır,
İlmin afeti de unutmaktır.

"لا تطلب العلم رياء، ولا تتركه حياء." 

[Lâ tedlubi'l ılme riyâen, ve lâ tetrukhu hayâen]
- İlmî gösteriş yapmak için isteme. 
(Soru sormaktan çekinip) utanarak da onu terk etme.

"أخي لن تنال العلم إلا بستة سأبينك عن تفصيلها ببيان: ذكاء و حرص و اجتهاد و بلغة، و صحبة أستاذ و طول زمان.."

[Ey kardeşim, ilme altı şey kavuşturur,
Bunları genişçe edeyim sana beyan;
Zeka, heves, gayret ve yetecek kadar mal,
Bir üstadın telkîni ve uzun zaman..]

ÖLÜM


"Geçti artık, göğsümde kuş barınmaz anladım.."

"Nüsha-i aşufte-i cihan-ı ömrüm sorma hiç,
Hat galât, mânâ galât, imlâ galât, inşâ galât.."

"Ömür defterimin değersiz sayfalarını sorma hiç,
Yazılışı yanlış, anlamı yanlış, imlası yanlış, yapısı yanlış.."

"Ömür bahçesinin gülü solmadan, 
Uyan gel gözlerim gafletten uyan,
Ecel birgün bize 'haydi' demeden, 
Uyan gel gözlerim gafletten uyan.."

"Gönül seyretdin mi cihânın hâlin? 
Bu fenâ mülküne gelen gitmekte.."

"Gelin bugün yanalım yarın yanmamak içün, 
Ölelim ölmez iken yine ölmemek içün.. 
Tartalım günâhımız artıralım âhımız, 
Edelim hesabımız hesap olmamak içün.."

"Nedir bu dünyânın işi, terk et beyhûde teşvîşi, 
Eli kazmalı bir kişi, kazar kabrin demedim mi?"

"Dünyaya aşık olan ahirette, 
Ahirete aşık olan dünyada zarara uğrar."

“Âkil oldur, gelmeye dünyâ metâ’ından gurûr,
Müddet-i devr-i felek bir demdür âdem bir nefes..”

"Bezlini evvel bahârın kûha sor hâmûna sor, 
Mâl-i dünyâdan ne alıp gitdiğin Kârûn’a sor.."

"Sezâî şimdi biz bu dükkânda, 
Biraz eğlenip seyrâna geldik.."

"Derdin ne behey âşık bî-çâre neden oldun? 
Bir yerde kararın yok âvâre neden oldun?"

"Ya Rabbenâ hayreyle, Muhammed’e yâr eyle, 
Kabrimizi nur eyle, kabre vardığım gece."

“Dâr-ı dünya bir değirmen, durmadan dâim döner, 
Cism-i insan bir fenerdir, âkıbet bir gün söner.."

"Ey Gafil! Aldanma endamına, fani cihandır bu, 
Kendisi âşikar, ateşi gizli külhandır bu.. 
İnsafı terk eyleme, makam-ı imtihandır bu, 
Gelen gideni görmez, iki kapılı handır bu.."

"Fâni cihâna bakma geçer ömrü sevme kim, 
Ömrün zevâli var (b)u cihânın bekâsı yok.."

Şöyle buyurmuş büyükler:

"كل مشكلة قد تحل كل همِّ قد يزول. إلا الموت! فأعدوا له ما استطعتم.." 

[Her müşkül hâllolur, her sıkıntı giderilir. Ölüm müstesna!
Öyleyse gücünüz yettikçe ona hazırlanın..] 

“Sa’y kılsan dâne dâne eylesen dünyâyı cem,
Dağıtır bâd-ı fenâ âhir ânı hırmen gibi..”

[Çalışıp çabalayarak dünya malını tane tane toplasan,
Sonunda ölüm rüzgârı onu harman gibi savurur..] 

"Beni dünyaya çağırma,
Ona geldim fenâ gördüm.." 

“Bir hâb-ı gaflet içre hayâl-i muhalde,
Geçti nesîm-i subh gibi ömr-i nâzenîn..” 

"Aciz olup yatanda,
Melekler girende,
"Rabbin kimdir?" diye soranda,
N'eylerim Allah'ım?" 

3 Ocak 2021 Pazar

Tayyar Altıkulaç ve Mesut Kaya Hocaların Toplantılarından Notlar

Malum süreç bizleri eğitim kurumlarımızdan fiziken uzaklaştırsa da bu süreç kıymetli hocalarımızın sunumlarına katılma fırsatını da beraberinde getirdi. Bu kapsamda yakın zamanda ömrünü mushaf araştırmaları ve idari hizmetlere adayan Dr. Tayyar Altıkulaç hocamızın mushaflara ilişkin sunumunu ve Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın "Çağdaş Tefsirlerde İsrâiliyât Eleştirisi" adlı sunumunu dinleme fırsatımız oldu. Söz konusu toplantılarda akatılanlar ana hatlarıyla şöyleydi: 

Dr. Tayyar Altıkulaç, Mushaf Araştırmalarına Dair Mülahazalar (02.01.2021)

Öncelikle hocamızın 80 küsür yaşında olmasına rağmen hala oryantalist iddiaları titizlikle takip edip cevap niteliğinde kitap telif ettiğinden bahsedelim. Bunlardan en yenisi ise "Daniel Alan Brubaker'e Reddiye" adlı eser. Bu toplantı vesilesiyle bu eserin henüz yeni basıldığını ve piyasaya sürüleceğini öğrendik. Böylelikle esasen hocanın ilerleyen yaşına rağmen nasıl bir gayretle çalıştığını da görmüş olduk. Toplantıda aktarılanlarsa kısaca şöyleydi: 

"Ben Kur'an'ın metnine ilişkin her türlü görüşe saygı duyarım. Ama bunun edebe riayet eden ilmî bir uslüpla yapılması gerekir. Yukarıdan bakan, aşağılayıcı, müstehzi bir tavırla bu konular konuşulmamalı. Çıkmış biri bağırarak 'Bu Kur'an bana hitap etmiyor, o hükümleriyle Mekke'de kaldı' diyor. Yahu bunu nasıl söyleyebilirsin, bu millet senin yetişmen için bunca emek, bunca para vermişken?"

"Ben Topkapı'daki çalışmalarıma başladığım günü hatırlıyorum. Şunu söyleyebilirim: O günden bugüne bana kalan şey Kur'an'ın mevsûkiyetine (sağlamlığına) olan inancımın ziyadeleşmesi oldu. Bu konuda çok huzurluyum."

"Topkapı ve San'a mushafı Hz. Osman'ın ya da onu kopya eden bir mushafın kopyasıdır. Yani Medine'lidir. Kahire mushafı Kûfe'lidir. Taşkent mushafı da ya Kufe ya Basra'lıdır."

"Görebildiğim kadarıyla Kur'an nüshalarında bulunan farklar yalnızca birkaç imla farkından (hatasından) ibarettir. Bu da çok doğal bir durum. Zira günlük yazışmalarımızda dahi ufak tefek imla hataları olabilmektedir."

"İran'lılar benden Meşhed nüshasını kontrol edip yayımlamamı istediler. Kontrol ettim. O mushafta farklı olarak ne gördüğümü sorarsanız; Topkapı nüshasında, San'a nüshasında ve diğerlerinde ne gördümse onu gördüm. Hepsi aynıydı. Ancak tüm nüshalarda kâtip sehivleri var."

"Ben 4 tane Başbakanla çalıştım. Bu hizmeti yürütmek için olağanüstü sıkıntılar çektim, zorluklar yaşadım. İnanmadığım hiçbir şeyi yapmadım. Bir defasında 2 Bakan beni bir işi yapmaya 50 dakika ikna etmeye çalıştılar. 'Ben bunu yapamam, dilerseniz başkasını Başkan yapın' dedim. Hafızlar benim Diyanet İşleri Reisliğim döneminde diploma ve derece almaya başladılar. Ama bu işi eksik yaptık. Hafızlığını koruyamayanlardan da bu dereceyi geri almamız lazımdı."

Doç. Dr. Mesut Kaya, Çağdaş Tefsirlerde İsrâiliyât Eleştirisi (30.12.2020)

"Merhum Mehmed Akif Celâleyn'i sürekli yanında taşırmış. Soranlara da 'İş bu Celâleyn tefsiridir. Her fırsatta onu okurum. 18 defa okudum, 19. defa okuyorum.' dermiş."

"İsrâiliyât türü rivayetleri barındırması bakımından çok eleştirilen Taberî tefsirinde İsrâiliyât kavramı yoktur. Bu kavram söz konusu tefsirde 'İsrailli kadınlar' anlamında kullanılmıştır. Taberî'nin zihninde bu kavram yoktur."

"Çağdaş dönemdeki İsrailiyât eleştirilerinin temelini İbn Kesîr ve İbn Teymiyye'nin tefsir birikimine yönelttiği eleştiriler oluşturmaktadır. Bu tür rivayetlerin tenkide uğramasında oryantalist düşüncenin İslâm'ı zor durumda bırakmak için tefsirlere yönelttiği eleştirilerin de payı büyüktür."

"Çağdaş dönemde İsrâiliyât nitelikli bilgilere karşı katı bir tutum sergilenmesinin altında İsrâil'in kurulmasında da etkisi olmuştur."

"İsrâliyât türü bilgiler ulemâ tarafından sonraki dönemlerde senetlenlendirilerek aktarılır olmuştur."

"Çağdaş dönemde İsrâiliyâta yöneltilen tenkitler neticesinde İsrâiliyât menşeli bilgiler ötelenmiştir. Fakat bu boşluk çağdaş dönemde direkt kitâb-ı mukaddesten alıntılanan bilgilerle doldurulmuştur."

"Sonuç olarak bu rivayetler evet, tenkit edilebilir. Ancak bu bilgilerin yararlanacabileceğimiz çok yönü de vardır. Elbette bu rivayetlerden yararlanırken öncesinde onları senet tenkidi, metin tenkidi gibi açılardan detaylı bir incelemeye tabi tutmak gerekmektedir."