Kâbe-i Muazzamâ'da hacıların yoğun ilgi gösterdiği iki bölüm vardır: Biri Hacerülesved, diğeri de Mültezem'dir. Hacerülesved'e gösterilen hürmet, bu taşı bulunduğu yere Hz. İbrahim'in koymasından, Efendimiz'in de (s.a.s.) kendisini öpüp selamlamasından kaynaklanmaktadır (Buhârî, "Hac", 60).
Sözlükte “sarılmak, bir yere yapışıp kalmak, ayrılmamak” anlamındaki iltizâm masdarından mekân ismi olan mültezem ise, “sıkı sıkıya yapışılan yer” demektir. Hacıların tavaftan sonra burada ısrarla dua etmelerinden dolayı bu adla anılmıştır. Mültezem, Hacerülesved ile Kâbe kapısının arasında bulunan yaklaşık iki metrelik bölümdür. Bazı hadislerde Mültezem’in duaların kabul edildiği mübarek bir yer olduğu belirtilmiş, Hz. Peygamber ile sahâbe ve tâbiînden birçok kimsenin burada dua ettiği nakledilmiştir (Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 54). (Geniş bilgi için bkz: DİA, "Mültezem", Mehmet Şener, c. 31, s. 552-553)

Özetle Mültezem; Kâbe'de bulunan, duaların makbul olduğu bir bölümdür. Şimdi işin erkek çocuk kısmına gelelim. Bir hocamız kendi hocasından naklen şöyle anlatmıştı: "Kâbe'yi tavaf ediyorduk, Mültezem'e yapışmış, gözyaşları içinde dua eden bir adam gördüm. Adam sürekli 'Allah'ım, ne olur bir erkek çocuk!' diyordu. Adamın bu hali çok dikkatimi çekse de tavafa devam ettim. Yirmi yıl sonra bir umre daha yapmak nasip oldu. Allah gösterecek ya, aynı noktada aynı adamı bu sefer 'Allah'ım ne olur verdiğin bu çocuğu benden al!' diye dua ediyordu. Demek ki Allah onu kırmamış ve bir erkek çocuk vermiş, fakat bu çocuk ona hayır getirmemiş."
Ne istersek hayırlısını isteyelim. İşin de, eşin de, aşın da, arkadaşın da, çocuğun da. Çünkü biz bilemeyiz, Allah bilir. Biz işlerin ardını göremeyiz, Allah görür.
"Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara 2/216)