İslâm'ın kıymetini tam olarak anlayabilmek için onun Câhiliyye toplumunu nasıl bir karanlıktan çıkarıp aldığını çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Hayvanlar bizim emrimize verilmiş varlıklardır. Böyle olmasıyla birlikte onlara eziyet edemeyiz, canlarını yakamayız. Çünkü aynı zamanda onlar bizim için bir imtihan vesilesidir. Şimdi geliniz kurban bayramının artık yavaş yavaş yaklaştığı şu günlerde sizlerle paylaşacağım pasajla Câhiliyye toplumunda hayvanlara nasıl davranıldığını biraz yakından görelim ve yakın zamanda muhtemelen fitili ateşlenecek olan tartışmalara karşı yeni bir bakış açısı edinelim.
"...Bedevîlerin temel gıdalarını genelde et, süt ve süt mamülleri gibi hayvansal ürünler oluşturuyordu. Onlar sütün yanında yoğurt, peynir, tereyağı gibi sütten mamül besinleri de bolca tüketirlerdi. Çöl sakinleri için av hayvanları da önemli bir besin kaynağı idi. Yiyecek azlığı sebebiyle bedevîler çöl şartlarında buldukları her canlıyı yemekten tiksinti duymamışlardır. Araplar çölde bilhassa ceylan, dağ keçisi, yaban sığırı ve yaban eşeği avlarlardı. Medenîsi ile bedevîsi ile bütün Arapların en fazla rağbet ettikleri ve değer verdikleri et ise kuşkusuz deve eti idi. Araplar nadir olsa da at eti yerlerdi ve misafirlerine ikram ederlerdi. Kümes hayvanları daha ziyade yerleşik hayat süren Araplar tarafından besleniyordu. Aynı zamanda müşrik Araplar "meyte" adını verdikleri ölmüş hayvanın etini yerlerdi. Hatta İslâm'da meytenin yenmesi yasaklanınca Müslümanlara "kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünü neden yemiyorsunuz?" demişlerdi. Câhiliyye döneminde insanlar koyunu boğarak öldürür ve buna "münhanika" derlerdi. Bu şekilde öldürülen hayvanın tabiî olarak kanı akmıyordu. "Natîha" başka bir hayvan tarafından boynuzlanmak suretiyle ölen, "mevkûde" ağaç parçası ile vurularak öldürülen hayvandır. Cahiliyye halkı koyunu sopayla öldürüp yerdi. Aynı şekilde kuyuya düşerek boğulan, yüksek bir yerden düşüp ölen hayvanlara "müteraddiye" denir. Bunların etleri de yenirdi. İslâm dini münhanika, natîha, mevkûde, müteraddiye ile yırtıcı hayvanların öldürdüklerini meyte olarak kabul etmiş, belirli ayetler ile bunların yenilmesi yasaklamıştır (Bakara 2/ 173; Mâide 5/ 3; Enâm 6/ 145). Câhiliyye Araplarında canlı hayvanların vücudundan et kesme uygulaması vardı. Hz. Peygamber Medine'ye geldiği zaman insanların burada develerin hörgüçlerini, koyunların kuyruklarını kestiğini görmüş, bunun üzerine diri iken hayvandan kesilen parçanın murdar olduğunu belirterek bu uygulamayı yasaklamıştır. Câhiliyye Arapları acıktıklarında sivri bir ağaç veya metal ile hayvanı yaralayıp çıkan kanı içerlerdi. Aynı şekilde Arapların hayvanların bağırsaklarına kan doldurarak kızarttıkları da bilinmektedir. Ahmed b. Hanbel'in aktardığı bir rivayette Câhiliyye döneminde bazı kimselerin kan yediklerinden bahsedilir. İbnü'l Kelbî de Câhiliyye döneminde "becce" denilen bir sucuk imal edildiğinden bahseder. Anlatıldığına göre canlı bir devenin vücudu yarılarak akıtılan kanın kullanılmasıyla yapılan bu sucuğu eski Araplar kıtlık zamanlarında gıda olarak tüketirlerdi. Araplarda "şeytan yarması" denilen bir uygulama daha vardır. Buna göre hayvan kan damarlarına dokunulmadan, sadece derisi kesilerek boğazlanıp ölene kadar bu şekilde bırakılırdı. Böylece kanın hayvanın vücudunda kalması sağlanır, daha sonra eti ile birlikte yenirdi. Hz. Peygamber bu şekilde öldürülen hayvanın etinin de kanının da haram olduğunu belirtmiştir..."
İslâm toplumunda hayvanlara yukarıda bahsedilen şekilde işkence edilemez. Onlar kendilerine tayin edilmiş ömür kadar huzurlu bir şekilde yaşarlar, vazifelerini yaparlar ve eti yenen cinsten olanlar usulünce; zahmetsiz bir şekilde kesim yerine götürülüp besmelelerle, tekbirlerle, ürkütülmeden kesilerek Müslümanların ibadet edebilmesine yardımcı olabilecek güce, kuvvete dönüşürler. Böylelikle onlar da kendilerince vazifelerini yerine getirmiş olurlar. Asla ve asla yukarıda alıntıladığım gibi bir vahşete maruz bırakılamazlar. İşte tüm bunlar da İslâm'ın hayvanlara bile rahmet olduğunun en bariz göstergelerindendir.
(Geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Adem Apak, Kur'an'ın geliş ortamında Arap toplumu)