26 Şubat 2021 Cuma

Lügat Dünyamızı İnşa Eder

Lügate bakmanın en önemli faydalarından biri anlamını öğrenmek istediğiniz bir kelimenin anlamı yanında onun pek çok eş anlamlısını da öğrenebilmeniz, böylece kelime dağarcığınızı genişletebilmenizdir.

Ancak mevcut kelime dağarcığınız kadar düşünebildiğiniz ve konuşabildiğiniz göz önünde bulundurulursa lügat, hem zihin dünyanızı hem de yaşamınızı şekillendiren çok önemli bir vasıtadır.

Buna bağlı olarak günlük yaşantınızda cümle kurarken, yahut kendinizi yazılı olarak ifade ederken kelime hazineniz oranında kendinizi rahat hisseder, karşı tarafa meramınızı o oranda kolay aktarabilirsiniz.

Unutulmamalıdır ki dar bir kelime dağarcığıyla geniş bir düşünce dünyası oluşturulamaz, ikili ilişkiler sağlıklı bir zemine oturtulamaz. Dolayısıyla lügat bilgisinin hem kişi hem de toplum bazında göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir ehemmiyeti vardır.

Bu sebeple lügate sık sık başvurmalı, bir kelimenin meydana getirdiği anlam dünyasında dolaşırken kendi anlam dünyamızı inşa etmeli ve genişletmeliyiz.

Susmaya Övgü

Susmak ne güzel, ne teskin edici, ne kadar ferah. Yıllar var ki susuyorum. Kimseye bir derdimi açmamaya çalışıyorum. Kendime bile. Her yanım acıyor ama konuşmanın beni daha çok yoracağını biliyorum.

"Ayrılık ne biliyor musun? İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!"

İçimi dökmekten vazgeçerek kendimden ayrılalı çok oldu. Buna mukabil herkesi dinliyorum, elimden geldiğince her ne anlatacaksa anlatmasına izin veriyorum. Yine de bana hiç iyi gelmeyen şeyin, konuşmanın başkasını rahatlatacağını düşünmek bile söze karşı bir inanç doğurmuyor içimde.

Söze itimadımı kaç yıl önce, nerede, nasıl kaybettim bilmiyorum. Bana bir kötülük yapan biriyle saatlerce konuşmak, ona yaptığının yanlış olduğunu anlatmak o kadar zor ve yorucu geliyor ki anlatamam. Sanırım tükendim. Genç sayılacak yaşlarda ölürüm diye düşünüyorum.

Cennet nedir? Benim için cennet sessizliktir. Sessiz, çok sessiz, bizi sukûnetiyle saracak bir yer olacağını düşünüyorum cennetin. Annemin sinesine başımı yaslamak gibi olacak, biliyorum. Çünkü en çok bu boğan, tüketen kargaşadan kurtulmak istiyorum.

Olacaksa benim cennetim susulan bir yer olsun. Hiç konuşulmayan, ağlamaklı olunan, ağlanan, gözlerimizin sürekli kapalı olduğu, gözyaşlarımızı kimsenin görmediği, ağlamaktan utanmayacağımız bir yer.

Annemin sinesi gibi.

Annemin sinesi olsun benim cennetim.

21 Şubat 2021 Pazar

Etkimiz Ne Kadarsa Varlığımız O Kadardır

Kitaplarımızın asaletine, güzelliğine ve bulundukları mekâna kattıkları havaya bir bakın.

Bizim kitaplarımız bile bulundukları ortamın havasını hemen değiştiriyor da biz Müslümanlar olarak bırakın ortamın havasını değiştirmeyi, girdiğimiz ortamda buharlaşıp yok oluveriyoruz. Müslüman kimliğimizin izlerini mekâna/eşyaya hâsılı hayata ya hiç yansıtamıyoruz ya da çok az yansıtabiliyoruz.

Bunun en açık göstergeleri alışveriş merkezlerinin en izbe köşelerine yapılmak için yapılıp gizlenen mescitler, namaz molası vermeyen otobüs firmaları, Müslümanları hiç dikkate almayan kanunlar olabilir. Kimliğimizle mekâna/hayata etki edebilseydik şayet Müslüman bir ülkede mescitlerimiz en kuytu köşelerde olmaz, kullanışlı abdesthaneleri bulunur, otobüsler de muhakkak namaz molası için bir yerlerde dururlardı. En önemlisi de kanun koyucular kanun yaparken sanki bu ülkede hiç Müslüman yokmuş gibi davranmaz, Müslümanları da dikkate alırlardı.

Müslüman olmak aynı zamanda kimlik taşımaktır, her şart ve durumda karakter ortaya koymak, şahsiyetli yaşamaktır. Mekâna/hayata ancak ortaya koyabildiğimiz kimlikle etki edebiliriz. Daha geniş bir ifadeyle ancak kimliğimizle var olabiliriz.

Bunun aksi ise yavaş yavaş yok olmaya mahkumiyettir...

20 Şubat 2021 Cumartesi

Ahir Zamanda Bir Kavim Gelecek...

Ömürlerimiz tartışmakla geçiyor, farkında mısınız? Herkes bir başkasına kendince bir şeyler öğretmeye çalışıyor, yanlışını düzeltiyor. Bunu yaparken de kendi kabullerini reddedenleri ayıplıyor, dışlıyor, hatta tekfir ediyor. Kısacası bugünlerde sanki herkes hakikatin anahtarı elindeymiş gibi davranıyor.

O kadar çok konuşur ve tartışır olduk ki amel etmeye zaman ayıramaz hale geldik. Konuşuyoruz, anlatıyoruz ama büyük oranda yaşamıyoruz. Öyle ki yolu camiden hiç geçmemiş adamlar dahi kırk yıllık cami cemaatine Müslümanlık öğretmeye kalkıyor, istikamet veriyor. Öyle ki kandillerde bile camilerimiz boş kalıyor. Enteresan şeyler yaşıyoruz.

Bu hallerimiz aklıma İmam-ı Gazâlî'nin İhyâ-u ulûmi'd-dîn adlı meşhur eserinde selefe nispet ederek aktardığı şu sözü getirdi:


"Ahir zamanda bir kavim gelecek, onlara amel kapısı kapanacak, cedel (tartışma) kapısı açılacak da amel etmeksizin din hakkında tartışıp duracaklar / وقال بعض السلف: يكون في اخر الزمان قوم، يغلق عليهم باب العمل و يفتح لهم باب الجدل." (Yusuf el-Mardinî, İhyâ tercüme ve şerhi, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, c. 1, s. 334).

Ne dersiniz, sizce bu kavim hangi kavim olabilir? Camiler bomboşken sürekli din hakkında tartışıp duran bizler olabilir miyiz mesela?

Artık tartışmayı bırakıp "âh beyhûde geçen ömrüm!" diyerek, konuşmaktan ziyâde yaşamaya çalışsak daha iyi olacak gibi...

19 Şubat 2021 Cuma

Sözün Sihrini, Sesin Tınısını Yitirmesi Üzerine

Dün sözün eşyaya tesirinden bir örnekle bahsetmiştim. Aslında bir açıdan da özellikle salgın döneminde söz ve söz söyleyen değerini kaybetti gibi. Hatta öyle ki bırakın eşyaya tesir etmesini, insana dahi tesir edemez, ona bir şey katamaz hale geliyor söz günden güne, yani söz sihrini yitiriyor.

Dikkatinizi muhakkak celbediyordur, her platformda cayır cayır video yayınlanıyor; konferanslar, sohbetler, canlı yayınlar birbirini kovalıyor. Özellikle dinî bilgi alanında apaçık bir video enflasyonu oluştuğuna şahit oluyoruz.

Halbuki bu kadar çok konuşan olunca konuşan da, konuşulan da değerini yitirip sıradanlaşıyor; söz zihne, kalbe etki edemez oluyor, kötürümleşiyor. Bunun ayarını yapamazsak hem söylediklerimizin değiştiriciliğini ve dönüştürücülüğünü hem de kitlemizi kaybedeceğiz, öyle gözüküyor.

Diğer yandan bilgiye ulaşmanın bir videoya tıklamak kadar kolaylaşması sandığımız kadar faydalı bir şey değil, aksine tehlikeli bir şey.

Çünkü çile çekmeyen kıymet bilmez, kıymet bilmeyen zedeler, israf eder. Bilgiye ulaşmanın çilesini çekmeyenlerse bilginin kıymetini bilmezler ve ona da onu hazırlayıp sunana da gerektiği gibi hürmet göstermezler.

Bu sebeple bilginin saygınlığını korumak adına hepimiz kendimizi sorumlu hissetmeli, söz söylemenin cazibesine kapılıp sözü hırpalamamalıyız.

Çünkü sözü/bilgiyi bu denli sıradanlaştırırsak sesimizin tınısı kalmaz, sesinin bir tınısı olmayanların ne söylediğinin bir önemi yoktur.

18 Şubat 2021 Perşembe

Biyografi Türü Eserler Okuma Listesi (Doç. Dr. Mesut Kaya Hoca'dan)

Bundan önce sizlerle Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarımızdan Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın hazırlamış olduğu "Tefsir Alanında Çalışanlar İçin Yeni Bir Okuma Listesi","Tefsir Tarihine Dair Okuma Listesi","Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi","Âlim, Mütefekkir ve Entelektüel Hatıratları Okuma Listesi" ve "Şehir Kitapları Okuma Listesi" adlı beş tane okuma listesi paylaşmıştık. Sizlerle paylaşacağımız bu yeni listede ise hocamız "Biyografi Türü Eserler"i derlemiş. Kıymetli paylaşımlarından ötürü Doç. Dr. Mesut KAYA hocamıza teşekkür ederiz.

1. Muhammed Ebu Zehra: Ebu Hanife, İmam Şâfii
2. Ebu'l-Hasen Nedvî: İkbal'in Mesajı
3. Eşref Edip: Mehmed Akif (Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları)
4. Mithat Cemal Kuntay: Mehmed Akif (Hayatı, Seciyesi, Sanatı)
5. Nureddin Topçu: Mehmet Akif
6. Sezai Karakoç: Mehmed Akif
7. Beşir Ayvazoğlu: Bozgunda Fetih Rüyası8. Beşir Ayvazoğlu: Defterimde Kırk Suret
9. Beşir Ayvazoğlu: Suretler ve Siretler
10. Turan Karataş: Doğunun Yedinci Oğlu (Sezai Karakoç)
11. Claude Addas: Muhyiddin İbn Arabi Kibrit-i Ahmer'in Peşinde
12. Dursun Gürlek: Ayaklı Kütüphaneler
13. Tanıl Bora: Hasan Âli Yücel
14. Sadık Yalsızuçanlar: Diyamandi
15. Sadık Dânâ: Mahmud Sami Ramazanoğlu
16. Adem Ergül, Sahibü'l-Vefa Hace Musa Topbaş
17. Dücane Cündioğlu: Bir Mabed Bekçisi, Bir Mabed İşçisi, Bir Mabed Savaşçısı
18. Dücane Cündioğlu: Bir Kur'an Şairi
19. Ümit Meriç: Babam Cemil Meriç
20. Emin Işık: Nurettin Topçu: Çağdaş Bir Dervişin Dünyası
21. M. Fuad Köprülü: Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (Ahmed Yesevi-Yunus Emre)
22. Ahmed Eflaki: Ariflerin Menkıbeleri
23. R.A. Nicholson: Mevlana Celaleddin Rumi
24. Ulrich Rudolph: Maturidi
25. İbnülemin Mahmud Kemal: Son Hattatlar
26. Bursalı Mehmet Tahir: Osmanlı Müellifleri
27. Şeyh Safiyyüddin: Reşahat Aynü'l-Hayat
28. Molla Cami: Nefehatü'l-Üns
29. Taşköprizade: eş-Şekaiku'n-Nu'maniyye
30. Katib Çelebi: Süllemü'l-Vusûl
31. Savaş Barkçin: Ahmed Avni Konuk: Görünmeyen Umman
32. Sadık Yalsızuçanlar: Vefa Apartmanı
33. Hüseyin Yorulmaz: Bir Neslin Öncüsü: Celal Hoca
34. M. Ertuğrul Düzdağ: M Akif’in Mısır Hayatı ve Kur'an Meali
35. Dursun Çiçek: Türkünün Ötesi: Neşet Ertaş 
37. Ahmed Güner Sayar: Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy
38. Ahmed Güner Sayar: Velayetten Siyasete Şeyh Bedreddin

Gece Duyduklarımdır


Olmamasını en çok sevdiğim şey: Uyku.

Gözlerim kızarmasa ve uyuyup unutacak şeylerim olmasa hiç uyumak istemezdim.

Şu sessizlikte dünyayı ve içini dinlemekten mahrum kalmamalı hiçbir insan.

Allah'ım, kullarının dertlerini sormak, onlara istediklerini vermek, yaralarını sarmak için en çok rağbet ettiğin saatlermiş bu saatler.

Ne kadar güzel olduğunu buradan bile anlayabiliyorum.

Dostu ziyaret etmek güzeldir, en münasip zamanda ziyaret etmek, en çok ihtiyaç duyduğu anda yanında olmaksa bambaşka bir inceliktir.

Rabbimiz kullarına en çok bu vakitlerde rağbet ediyor. Çünkü bu vakitlerde yalnızca derdi olanlar uyumaz.

Seni duymak için yeni dertler kuşanacağım.

16 Şubat 2021 Salı

İslam'ın Eşcinselliğe Bakışı ve Eşcinsel Yönelimlerin Temel Zararları

Zaman zaman gençlerle sohbet etme fırsatı buluyorum. Benim için böyle anlar gençliğin ahvâlinden haberdar olabilmem açısından çok kıymetli anlar oluyor. Biliyor musunuz, gençlerimiz epeydir Müslümanca düşünme yetilerini kaybetmiş durumdalar, tıpkı çoğumuz gibi. Çünkü anlayabildiğim kadarıyla yoğun bir baskı altındalar. İnternetle birlikte zihinlerini günden güne Batı menşeli değer yargıları istila ediyor, bu istilaya karşı mücadele edip olması gerektiği gibi kalanlar da kınanıyorlar.

Örneğin geçen gün komşumuzun oğluyla sohbet ederken şöyle dedi: "Abi, eşcinselliğin reddedilmesi gereken bir şey olduğunu biliyorum ama bu konuda net bir tavır ortaya koymaya çalışınca arkadaşlarım tarafından kınanıyorum. Beni dar kafalı, zihnen geri kalmış biri olmakla yaftalıyorlar."

Güyâ özgürlükçü, her fikre, hatta cinsiyet değiştirme fikrine dahi saygılı olan bu çevrenin çocukları nasıl sindirmeye, şekillendirmeye çalıştığını görebiliyor musunuz?

Ben de bunun üzerine epeydir yazmayı düşündüğüm bu konuyu, eşcinsel yönelimlere İslam'ın bakışını, bir Müslümanın eşcinsellik meselesine nasıl yaklaşması gerektiğini ve bu nevi yönelimlerin ilk akla gelen zararlarını ele almanın artık zamanı geldiğini düşündüm.

Başlarken şunu belirtmeliyim ki eşcinselliğin pek çok çeşidi var fakat ben bunları teker teker sayıp anlatarak bâtılı tasvir etme hatasına düşmek istemiyorum. Bu vâkıayı genel olarak "kişinin hemcinsine ilgi duyması" şeklinde tanımlayarak incelemenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Şimdi buyurun başlayalım.

1. Bir Müslüman olarak eşcinsel yönelimleri nasıl değerlendirmeliyiz?

Evvelâ bilmeliyiz ki yalnızca bu konuyu değil, hayatın tümünü değerlendirirken Müslüman olmamız hasebiyle değerlendirmelerimizi Müslümanca bir hassasiyetle yapmamız gerektiğini bilmeliyiz. Bu, güneşin güneş olması sebebiyle kendisinden dünyayı aydınlatması ve ısıtmasının beklenmesi kadar doğal bir durumdur. Müslüman da doğal olarak çevresinde akıp giden olayları kendi değer dünyası ile anlamaya çalışmalıdır.

Müslümanca anlama çabasının ilk adımı ise hiç şüphesiz her konuda öncelikle İslam'ın iki ana kaynağı olan Kur'an ve sünnete müracaat etmek olacaktır.

Eşcinselliğe Kuran çerçevesinden baktığımızda bu türlü bir eyleme kalkışan Lut (a.s) kavminin Kur'an'da Hz. Lut'un (a.s) dilinden hayasız, ahlak dışı işler yapan, ahlâkı bozan bir kavim olarak nitelendirildiklerini ve en nihayetinde bu topluluğun gökten inen alçaltıcı bir azapla helak edildiklerini görürüz.[1]

Hadislerde ise böyle bir eyleme yeltenen kadın ve erkeklerin Allah tarafından lânetlendikleri,[2] böyle kimselere Allah’ın rahmet nazarıyla bakmayacağı,[3] eşcinselliğin yaygınlık kazanmasının kıyamet alâmetlerinden olduğu[4] mükerrer defalar bildirilmiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s) ayrıca, “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey Lût (a.s) kavminin davranışıdır.”[5] demiştir.[6]

Görüldüğü üzere eşcinsellik İslam dinine göre sapkınlık, ahlaksızlık, kaçınılması gereken bir davranış bozukluğu olarak telakki edilmektedir. Öyleyse her Müslüman Kur'an ve hadis-i şeriflerdeki bu ikazları ikna edici bulmalı ve bu yanlış davranıştan da onu güzellemekten de kaçınmalıdır. Çünkü Müslüman çağın kabullerine göre değil, Kur'an ve sünnet perspektifiyle hayatını anlamlandırmayı kendisiyle ilke edinen kişidir.

Kur'an ve sünnet kaynaklı beyanlar apaçık ortadayken hiçbir Müslüman eşcinselliğe saygılı da müsamahalı da olamaz, olmamalıdır.

2. Eşcinsel yönelimlerin neden olduğu temel zararlar

Eşcinselliğin İslâm nazarındaki durumunu kısaca açıkladıktan sonra yazının bu bölümünde asıl değinmek istediğim yere geleceğim. Asıl buraya değinmek istiyorum çünkü geride verdiğim bilgilerin esasen pek çok kimse tarafından bilindiği, ancak yine de "özgürlük", "saygı" gibi içi boş kavramlarla yorumlanıp bu hükümlerin bir şekilde yok sayıldığı kanaatindeyim. Şimdi aktarmaya çalışacağım bilgiler umarım böyle kimseleri ikna etmek için yeterli olur.

2. 1. Eşcinsellik fıtratı bozar

Eşcinsel yönelimler bünyesinde insan fıtratını bozucu özellikler taşımaktadır. Bu özelliklerden ilk akla geleni erkeğin ve kadının kendi yaratılışlarına aykırı bir şekilde başkalaşmaları, kendi temel fiziki ve duygusal yapılarını değiştirmeye tevessül etmelidir. Halbuki Allah insanı mükerrem bir varlık olarak yaratmış, bedenini de hakkında hesap sorulacak bir emanet kılmış, bedeni üzerinde cinsiyet değişikliğine varan böyle bir tasarruf hakkını ona tanımamıştır. Dolayısıyla bu yöndeki tüm tasarruflar kişinin fıtratına aykırı bir teşebbüste bulunması manasını taşıyacaktır.

2. 2. Eşcinsellik aile müessesini bitirir

Bilindiği üzere aile en temelde anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır ve hem annenin hem de babanın çocuklara karşı farklı sorumlulukları, onlara katacakları farklı tecrübeleri vardır. Toplumu bu sorumluluklarla yetiştirilen çocuklar yenileyerek yeniden oluşturur, devamlılığını sağlar. Fakat eşcinsel yönelimlere sahip kişiler ne böyle aileler oluşturabilirler ne de toplumu yenileyecek nüfusa katkı sunabilirler. Bu da uzun vadede devletlerin insan kaynakları bakımından zayıflayıp yok olmasına neden olur. Diğer yandan gerçek birer anne-baba tarafından yetiştirilmeyen çocukların ileride yaşayacağı duygusal boşluğun rûhî problemlere dönüşeceği de unutulmamalıdır.

2. 3. Eşcinsellik yeni sapkınlıklara yol açar

Kötülüğün, zararlı düşüncelerin iyilikten, faydalı düşüncelerden daha kolay ve hızlı yayılma gibi bir özelliği vardır. Tıpkı çürük bir elmanın bir sepet sağlam elmayı çüretebildiği gibi. Bu yüzden dikkat ederseniz manavlar çürük meyvelerin sağlam olanlara değip onları da çürütmemesi için meyvelerini teker teker özenle kağıtlara sararlar. İşte toplumu korumakla görevli olan kimseler de toplumu çürümekten korumak için bu hassasiyete sahip olmalıdırlar.

İnsan tabiatı itibariyle meleklerden üstün olabilir. Ancak buna bu mukabil aşağıların aşağısına da  (esfele sâfilîn) düşebilir. Bu da elbette insanın hayrı ve şerri istemedeki potansiyeli sebebiyledir. Bu yüzden insanın kontrol altına alınmayan, bitmek tükenmek bilmez arzu ve istekleri zamanla eşcinsellik gibi gayr-ı ahlaki yönelimleri de arzular. Peki bununla yetinir mi insan? Elbette hayır. Bu, kişiyi sürekli bir seviye daha ileriye, daha dibi görünmez bir kötülüğe taşıyan tehlikeli bir süreçtir.

Bu noktada eşcinselliği yasal kabul eden, eşcinsel evlilikleri meşru sayan ülkelerle[7] rızaya dayalı ensest ilişkiyi yasal gören[8] ve bünyelerinde pedofiliyi destekleyen vakıflar, kuruluşlar, dernekler barındıran ülkeler[9] arasındaki paralellik dehşet vericidir ve eşcinsellikle başlayan bu sürecin varacağı noktaları göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir. Bu durumda eşcinsel yönelimlere saygı gösterilmesini bekleyenlerin ileride aile içi sapkınlıklara ve çocuk istismarına yönelmeyeceklerinin ve bu tutumları için de aynı saygıyı beklemeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur. Bu da tüm toplumlar, özellikle çocuklar için büyük bir tehtid anlamına gelmektedir. İşte İslam koyduğu düzenlemelerle böyle sapkınlıkların önüne geçmeye çalışmaktadır.

Zikretmekten hicâb etsem de bazı kesimlerce Hz. Peygamberin Hz. Aişe (r.a) annemizle henüz 9 yaşındayken evlendiği iddiasından yola çıkarak pedofilinin İslam dininde meşru olduğu görüşü ortaya atılmaktadır. Fakat bu doğru bir görüş değildir. Zira Hz. Aişe'nin (r.a) ablası Hz. Esma (r.a) ile aralarında 10 yaş vardır ve Hz. Esma (r.a) 622'de hicret gerçekleşirken 27 yaşındadır. Hz. Peygamberle Hz. Aişe'nin (r.a) evliliklerinin 623 senesinde olduğu düşünülürse Hz. Aişe'nin (r.a) evlilik yaşının 18 olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Öte yandan 9, Hz. Aişe'nin (r.a) biyolojik yaşı değil buluğdan sonraki yaşıdır. Zira cahiliye döneminde Araplar kız çocuklarının yaşlarını buluğa ermelerinden sonra saymaya başlarlardı. Yani bu bilgiye göre Hz. Aişe (r.a) 9 yaşında buluğa ermiş, 9 sene sonra da Hz. Peygamberle evlenmiş olmalıdır.[10]

2. 4. Eşcinsellik çocukların kaçırılmasına yol açar

Eşcinsellerin normal ailelerin sahip olduğu haklara sahip olmak istedikleri bilinmektedir.[11] Onların sahip olmak istediği haklar arasında çocuk sahibi olma hakkı da bulunmaktadır. İnsanın en temel içgüdülerinden biri olan çocuk sahibi olma içgüdüsünü tercihleri sebebiyle bastıramayan bu grup, çoğunlukla evlat edinme yoluna gitmektedir. Bu da bir talep olduğu için arzı, yani onlara çocuk sağlayacak pazarları oluşturmaktadır. Yakın zamanda bu pazarların nasıl oluştuğunu da nasıl çocuk satışı yaptığını da hep beraber görmüştük.[12]

Şu anda bir araştırmaya göre 170.000, Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu'nun bir konferansında aktardığına göre ise de dünyada 250.000 Müslüman mülteci çocuk kayıptır. Ailelerinden koparılan bu çocukların organ mafyalarının yanında zengin eşcinsel ailelere verildiği bilinmektedir.[13]

Sonuç

Netice olarak bir Müslüman eşcinsellik konusunda Batı'nın üretip eline tutuşturduğu değer yargılarıyla değil, Kur'an ve hadis kaynaklı kendi değer yargılarıyla düşünmelidir. Eşcinselliğin yalnızca saygı duyulması gereken, basit, zararsız bir tercih olmadığını, bünyesinde toplumu, aileyi ve çocukları hedef alan ileriye dönük büyük tehlikeler barındırdığını bilmelidir.

Tüm bunların yanında böyle yönelimleri olan kimselere karşı onlara Müslüman şefkatiyle yaklaşmalı, onlara dua etmeli, elden geldiğince nasihatte bulunmalı, onları yalnızlığa terk etmemeli, doğru yolu göstermeye çalışmalıdır. Asla gönül kırıcı, şiddet içerikli söylem ve eylemlere başvurmamalıdır.

[1] Ankebût 29/ 28-35
[2] Abdürrezzâk es-San'ânî, VII, 334
[3] Tirmizî, “Raḍâʿ”, 12
[4] Hâkim, IV, 483
[5] İbn Mâce, “Ḥudûd”, 12; Tirmizî, “Ḥudûd”, 24
[6] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz: M. Kamil Yaşaroğlu, “Livâta, DİA, Ankara, 2003, c. 27, s. 198-200; Salim Öğüt, “Sihâk”, DİA, İstanbul, 2009, c. 37, s. 169; Üzeyir Köse, Eşcinsellik ve İslâm Ceza Hukukundaki Durumu, Asos Journal: The Journal of Academic Social Science, 2017, cilt: V, sayı: 52, s. 383-404
[7] Eş cinsel evlilikleri meşru kabul eden ülkeleri için bkz: Vikipedi, “Eş cinsel evlilik”, https://tr.wikipedia.org/wiki/E%C5%9Fcinsel_evlilik#:~:text=E%C5%9Fcinsel%20evlilik%20%C5%9Fu%20anda%20d%C3%BCnya,%2C%20Birle%C5%9Fik%20Krall%C4%B1k%2C%20L%C3%BCksemburg%20izlemi%C5%9Ftir.
[8] Avrupa'daki bazı ülkelerde ensest ilişki oranları %73'lere varmaktadır. Bkz: Vikipedi, “Enseste ilişkin yasalar”, https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Enseste_ili%C5%9Fkin_yasalar
[9] Pedofiliyi destekleyen kuruluşları yasal güvence altına alan ülkelerin listesi için bkz: Vikipedi, "Pedofili", https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Pedofili
[10] Siyer Dergisi, "Hz. Aişe Annemizin Evlilik Yaşı Kaçtır?", https://siyerdergisi.com/?h369/hz.-aise-annemizin-evlilik-yasi-kactir-
[11] Nurten Zeliha Şahin, İslam Hukuku ve İnsan Hakları Bağlamında Eşcinsellik Sorunu, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2015, cilt: XIX, sayı: 62, s. 526
[12]YeniŞafak,“Wayfairnedir?”,https://www.google.com/amp/s/www.yenisafak.com/amphtml/dunya/cocuk-ticareti-mi-yapiliyor-10-bin-dolara-satilan-plastik-bir-masa-icin-iki-cinsiyet-secenegi-cikiyor-3549135
[13]Mirat Haber, “Almanya’ya giren binlerce Müslüman çocuk kayıp”, https://www.mirathaber.com/almanyaya-giren-binlerce-musluman-cocuk-kayip/

13 Şubat 2021 Cumartesi

Türkçe Yazılmış Tefsirler Listesi (Doç. Dr. Mesut Kaya Hoca'dan)


Daha önce sizlerle Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarımızdan Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın hazırlamış olduğu "Tefsir Alanında Çalışanlar İçin Yeni Bir Okuma Listesi","Tefsir Tarihine Dair Okuma Listesi","Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi", "Âlim, Mütefekkir ve Entelektüel Hatıratları Okuma Listesi" ve "Şehir Kitapları Okuma Listesi" adlı dört tane okuma listesi paylaşmıştık. Sizlerle paylaşacağımız bu yeni listede ise hocamız bizler için Türkçe yazılmış tefsirleri bir başlıkta altında topladı. Kıymetli paylaşımlarından ötürü Doç. Dr. Mesut KAYA hocamıza teşekkür ederiz.

1. Gurabzâde Ahmed Efendi: Zübedü Âsâri’l-Mevâhib ve’l-Envâr
2. Tefsiri Mehmed Efendi: Terceme-i Tefsir-i Tibyan
3. İsmail Ferruh Efendi: Mevâhib Tefsiri
4. Konyalılı Mehmed Vehbi: Hulasatü'l-Beyân
5. Elmalılı Hamdi Yazır: Hak Dini Kur'an Dili
6. Ö. Rıza Doğrul: Tanrı Buyruğu
7. Ömer Nasuhi Bilmen: Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri
8. Hasan Basri Çantay: Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim
9. Hasan Tahsin Emiroğlu: Esbab-ı Nüzul: Kur'an-ı Kerim'in İniş Sebepleri
10. Celal Yıldırım: İlmin Işığında Asrın Kur'an Tefsiri
11. Süleyman Ateş: Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri
12. Talat Koçyiğit: Kur'an-ı Kerim Meal ve Tefsiri
13. Ali Arslan: Büyük Kur'an Tefsiri
14. Mahmut Toptaş: Şifa Tefsiri
15. Mahmut Ustaosmanoğlu: Rûhu'l-Furkan Tefsiri
16. Hayreddin Karaman vdğr.: Kur'an Yolu
17. M. Zeki Duman: Beyânü'l-Hak
18. M. Said Şimşek: Hayat Kaynağı Kur'an Tefsiri
19. Ömer Çelik: Hakkın Daveti Kur'an Tefsiri
20. Hasan Elik-Muhammed Coşkun: Tevhid Mesajı
21. Ali Küçük: Besâiru'l-Kur'ân
22. Muhsin Demirci: Kur'an Tefsirinde Farklı Yorumlar

Bir Küçücük Tavsiye

Özellikle dinî ilimlerle iştigal eden, ileride ümmete bir şeyler anlatmaya tâlip olan kardeşlerim;

Şiir okuyun, şiiri sevin. Şu cihân içre en anlamlı çağrıya ses katacak birinin, yazılı ifadenin en güçlü şekli olan şiirden nasipsiz olması gerçekten büyük bir talihsizlik olur.

Bunu sadece insanlara okumak için değil, kendi gönlünüzü yumuşatmak için de yapın. Zira bu iş gönül işi. Pamuk gibi bir gönlünüz olacak ki gönülleri yumuşatabilesiniz, yumuşayan gönülleri şekillendirebilesiniz.

Öte yandan unutmayın ki şiirden uzak bir gönül ekseriyetle katı olur, söylemleri sert, edâsı şedîd olur. Bu da kısa zamanda etrafında onu dinleyen kimse kalmamasına, hatta seslendirdiği davete insanların düşman kesilmesine sebep olur.

Böyle kimselerin takipçileri de maalesef genelde laf anlamaz, astığım astık, kestiğim kestik, -güyâ- tavizsiz tipler olur.

Onların anlattıkları dini yaşamak, tıpkı kendileriyle geçinmek gibi oldukça zordur.

10 Şubat 2021 Çarşamba

Üç Aylar Şiiri

Uyanın ey müminler, üç aylardır bu gelen,
Recep, Şaban, Ramazan, ne imkândır bu gelen!
Kalbe sürûr, gönle nur, cisme candır bu gelen,
Üç aylardır, üç aylar, uyanın uyuyanlar!
Kurtuluştur, rahmettir, ne büyük kerâmettir,
Bilene eşsiz nimet, anlayana servettir.
Bu aylar rabbimizden pek azim bir rahmettir.

Uyanın ey müminler üç aylardır bu gelen,
Recep, Şaban, Ramazan, ne imkândır bu gelen!

Gündüzünde oruçlar, gecesinde namazlar,
Gök kubbemizi tutar bu mevsimde dualar,
Yalan, gıybet, iftira, uğramaz semtimize,
Bu mevsim oluk oluk nur dolar gönlümüze,
Evlerimizde Kur'an, dilimizde istiğfar,
Melekler imrenerek bakarlar veçhimize,
Bu mevsim oluk oluk nur dolar gönlümüze.
Elimiz sinemizde bekler idik demâdem;

Uyanın ey müminler üç aylardır bu gelen,
Recep, Şaban, Ramazan ne imkândır bu gelen!

Biz hep seni bekledik çorak bir toprak gibi,
Dağıldık, ufalandık, kuru bir yaprak gibi,
Arttı hep kusurumuz, azaldı huzurumuz,
Yine de akıtmadık bir damla yaş nedâmetle,
Nasıl hesap verelim, bunca cürüm, rezaletle?
Biz hep seni bekledik çorak bir toprak gibi,
Gel, yağ ve dirilt bizi, kutlu sağanak gibi.

Uyanın ey müminler üç aylardır bu gelen,
Recep, Şaban, Ramazan, ne imkandır bu gelen!

Şehir Kitapları Okuma Listesi (Doç. Dr. Mesut Kaya Hoca'dan)

Daha önce sizlerle Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarımızdan Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın hazırlamış olduğu "Tefsir Alanında Çalışanlar İçin Yeni Bir Okuma Listesi","Tefsir Tarihine Dair Okuma Listesi","Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi" ve "Âlim, Mütefekkir ve Entelektüel Hatıratları Okuma Listesi" adlı dört tane okuma listesi paylaşmıştık. Sizlerle paylaşacağımız bu yeni liste ise hocamızın "Şehir Kitapları Okuma Listesi" başlığıyla derlediği eserleri içeren bir liste olacak. Kıymetli paylaşımlarından ötürü Doç. Dr. Mesut KAYA hocamıza teşekkür ederiz.

Şehir Kitapları Okuma Listesi

1. A. Hamdi Tanpınar: Beş Şehir
2. Yavuz Bülent Bakiler: Üsküp'ten Kosova'ya 
3. E. Nazif Gürdoğan: Zamanı Aşan Şehirler
4. E. Nazif Gürdoğan: Hicaz'dan Endülüs'e 
5. Mustafa Armağan: İnsan Yüzlü Şehirler 
6. Mitat Enç: Uzun Çarşının Uluları 
7. Fatih Okumuş: Kahire Kitabı 
8. Taha Kılınç: Şam Kitabı 
9. Akif Emre: Çizgisiz Defter 
10. Büşra Nur Güler: Kırmızı Köprünün Ötesi
11. Muhammed Esed: Mekke'ye Giden Yol 
12. Muhammed Esed: Doğunun Romantik Olmayan Yüzü 
13. Haluk Dursun: İstanbul'da Yaşama Sanatı 
14. Mustafa Armağan: Osmanlıyı Kuran Şehir 
15. Mesut Kaya: Müslümanlık mı İslamcılık mı (Son 10 yazı) 
16. Akif Emre: İzler
17. Necip Fazıl: Canım İstanbul 
18. İbrahim Tenekeci: Geldik Sayılır 
19. Mehmet Harmancı: Son Şam 
20. Sefer Turan: Kudüs Tarihin Kalbi
21. Mıgırdiç Margosyan: Gavur Mahallesi (Diyarbakır)
22. Emir Kalkan: Kanatsız Kuşlar Şehri (Kayseri)
23. Mustafa Çiftci: Bozkırda Altmışaltı (Yozgat)
24. Murathan Mungan: Paranın Cinleri (Mardin) 
25. Metin Ünal Mengüşoğlu: Harput Şehrengizi 
26. Mehmet Kurtoğlu: Ezelden Urfa
27. Charlie English: Timbuktu'nun El Yazmaları 
28. Şükran Yiğit: Ankara Mon Amour 
29. Sakine Akça: Elveda Ankara 
30. Hüseyin Kaya: Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz (Sivas)
31. Ahmet Murat: Avarelik Görgüsü (Kudüs, Mekke, Karaman, Kahire, İstanbul)
32. Martin van Bruinessen/Hendrik Boeschoten: Evliya Çelebi Diyarbekir'de
33. Yavuz Bahadıroğlu (Allah mekanını cennet eylesin): Endülüs'e Veda

9 Şubat 2021 Salı

Âlim, Mütefekkir ve Entelektüel Hatıratları Okuma Listesi

Daha önce sizlerle Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarımızdan Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın hazırlamış olduğu "Tefsir Alanında Çalışanlar İçin Yeni Bir Okuma Listesi", "Tefsir Tarihine Dair Okuma Listesi" ve"Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi" adlı üç tane okuma listesi paylaşmıştık. Sizlerle paylaşacağımız bu yeni liste ise hocamızın "Âlim, Mütefekkir ve Entelektüel Hatıratları Okuma Listesi" başlığıyla derlediği eserleri içeren bir liste olacak. Kıymetli bilgilendirmelerinden ötürü Doç. Dr. Mesut KAYA hocamıza teşekkür ederiz.

Âlim, Mütefekkir ve Entelektüel Hatıratları Okuma Listesi

1. Üstad Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar
2. Mahir İz: Yılların İzi
3. Ahmet Muhtar Büyükçınar: Hayatım İbret Aynası
4. Hayreddin Karaman: Bir Varmış Bir Yokmuş
5. Tayyar Altıkulaç: Zorlukları Aşarken
6. Fuad Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri
7. M. Yüksel Özemre: Üsküdar'da Bir Aktar Dükkanı
8. Nureddin Boyacılar (Hadis âlimi): Bir Ömür Böyle Geçti 
9. Teoman Duralı: Öyle Geçer ki Zaman
10. Ayşe Şasa: Bir Ruh Macerası
11. Ayşe Hümeyra Ökten: Dindar Bir Doktor Hanım
12. Ümit Meriç: İçimdeki Cennete Yolculuk
13. Mehmet Ali Sarı: Beyoğlunda Bir Hafız
14. Hacı Musa Topbaş: Allah Dostunun Dünyasından
15. Necati Yeniel: İmam-Hatip Nesline Adanmış Bir Ömür (Hazırlanıyor)
16. İsmail Kara: Sözü Dilde Hayali Gözde
17. Ali Osman Koçkuzu: Fahri Kulu ve Hacıveyiszade Hoca Efendiler
18. Annemarie Schimmel: Doğudan Batıya
19. Ahmed Davudoğlu: Ölüm Daha Güzeldi
20.Hüseyin Raci Efendi: Zağros Müftüsünün Hatıraları
21. Sadreddin Öztoprak: Şark Medreselerinde Bir Ömür
22. Hasan Karakaya: Hayatı Hayat Verene Adamak
23. İhsan Süreyya Sırma: Pervari'den Paris'e
24. A. Cüneyd Köksal: Mustafa Asım Köksal
25. İsmail Kara: Kutuz Hocanın Hatıraları
26. Tosun Bekir Bayraktaroğlu: Amerika'da Bir Türk, Şeyh Tosun'un Hatıratı
27. Abdullah Tivnikli: Muhsin Kıvamında Yaşamak
28. Sadettin Ökten: Hayatımdan Portreler
29. M. Said Yazıcıoğlu: Ne Yan Yana, Ne Karşı Karşıya
30. Ali Kemal Saran: Omuzumda Hemençe
31. Ahmet Lütfi Kazancı: Kendimi Anlatayım Dedim
32. Ahmed İslamoğlu: Hatıralar ve Mülahazalar
33. Süheyl Ünver-Uğur Derman: Gurbetnâme
34. Uğur Derman: Ömrümün Bereketi I
35. Abdullah Mesud Küçükkalay: Hikmetin Peşinde Üç Portre
36. Cinuçen Tanrıkorur: Saz ü Söz Arasında
37. İsmail Kara: Dağ Ne Kadar Yüce Olsa
38. Turgut Cansever'le Konuşmalar: Hayatı Güzelleştirmek
39. Mehmet Serhan Tayşi: Ali Emirî'nin İzinde
40. Sabahattin Zaim: Hayatım ve Türkiye
41. Fatih Çollak: Reisü'l-Kurra Hendekli Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi 
42. İ. Lütfi Çakan: Hayat Mektebinden Notlar 
43. Kadir Mısıroğlu: Geçmiş Günü Elerken 
44. Nezir Demircan: Halil Günenç Hoca 
45. Mustafa Öz: Yılların Özü 
46. Ali Özek: Medreseden Üniversiteye
47. Halil İnalcık: Tarihçilerin Kutbu 
48. Ahmet Yaşar Ocak: Arı Kovanına Çomak Sokmak 
49. Mikail Bayram: Tarihin Kuyumcusu 
50. M. Said el-Butî: Babam Molla Ramazan el-Butî
51. Mehmed Arif: Başımıza Gelenler 
52. Mehmet Yakup Buğra: Hatıralarım Doğu Türkistan'ın Gerçek Hikayesi 
53. Abdürreşid İbrahim: Alem-i İslam
54. Hamira Mevdudi: Babam Mevdudi 
56. Dücane Cündioğlu: Arasokakların Tarihi
57. Babam Cemil Meriç: Ümit Meriç 
58. Bir Neslin Öncüsü Celal Hoca: Hüseyin Yorulmaz 
59. Nurettin Topçu: Emin Işık 
60. Meşhur Hafız Sami: Ali Rıza Sağman 
61.Babanzade Ahmet Naim: Fahrettin Gün
62. İnci Enginün: Abdülhak Hâmid'in Hatıraları 
63. Halil Halid: Bir Türkün Ruznamesi 
64. Halil Halid: Cezayir Hatıratından 
65. Aliya İzzetbegoviç: Tarihe Tanıklığım 
66. Molla Muhammed Er: Hatıralarım
67. Malik b. Nebi: Çağa Tanıklığım
68. Ali Fuad Başgil: Hatıralar
69. Bediuzzaman Said Nursi: Tarihçe-i Hayat 
70. Hasan Hüseyin Varol (Kur'an ve Kıraat Muallimi): Yaşadıklarım ve Gördüklerim 
71. Cinuçen Tanrıkorur: Saz ü Söz Arasında
72. Münevver Ayaşlı: Okuduklarım, Gördüklerim Bildiklerim
73. Dağı Delen Irmak & Kemal H. Karpat Kitabı Derleyen: Emin Tanriya

Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi (Doç. Dr. Mesut Kaya Hoca'dan)

Daha önce sizlerle Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarımızdan Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın hazırlamış olduğu "Tefsir Alanında Çalışanlar İçin Yeni Bir Okuma Listesi" ve "Tefsir Tarihine Dair Okuma Listesi" adlı iki tane okuma listesi paylaşmıştık. Sizlerle paylaşacağımız bu yeni liste ise hocamızın "Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi" başlığıyla derlediği te'lifâtı muhtevî bir liste olacak. Bu noktada alanın ilgililerine rehberlik ettiği ve bizler için bu kıymetli listeleri oluşturduğu için Doç. Dr. Mesut KAYA hocamıza şükranlarımızı sunarız.

Kur'an İlimlerine Dair Okuma Listesi

1. Muhâsibî: Fehmü'l-Kur'an 
2. İbnü'l-Cevzî: Fünûnu'l-Efnan 
3. Zerkeşî: el-Bürhân
4. Süyûtî: el-İtkân
5. İbn Akîle: ez-Ziyâde ve'l-İhsân
6. Dihlevî: el-Fevzü'l-Kebîr
7. Cezâirî: et-Tibyân
8. Zürkânî: Menâhilü'l-İrfân
9. Muhammed Ali Selâme: Menhecü’l-Furkân
10. Cevdet Bey: Kur'an Tarihi (1. Kısım)
11. Ö. Nasuhi Bilmen: Büyük Tefsir Tarihi(1. Kısım)
12. İsmail Cerrahoğlu: Tefsir Usulü
13. Subhi es-Salih: el-Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'ân
14. Mannâ el-Kattân: Ulûmu'l-Kur'ân
15. Sâbûnî: et-Tibyân
16. Nureddin Itr: Ulûmu'l-Kur'ân
17. Adnan Zerzûr: Ulûmu'l-Kur'ân
18. Fadl Abbas: İtkânü'l-Burhân
19. Muhsin Demirci: Tefsir Usûlü
20. Ebü’l-Hasan el-Havfî: el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân
21. Üdfüvî: el-İstiğnâ fî Ulûmi’l-Kur’ân
22. Nasr Hamid Ebu Zeyd: Mefhûmu'n-Nas, Dirâse fî ulûmi'l- Kur'ân (trc. M. E. Maşalı: İlahi Hitabın Tabiatı)
23. Müsaid Tayyâr: el-Muharrar fî Ulûmi'l-Kur'an

Tefsir Usulü ve Kaideleri:

1. İbn Teymiyye: Mukaddime
2. Tûfî: el-İksîr
3. Molla Fenârî Aynü'l-A'yân (Mukaddime)
4. Kâfiyeci: et-Teysîr
5. Sa'dî: Kavâidü'l-Hısân
6. Abdurrahman el-Ak: Kavâidü't-Tefsir
7. Yusuf Işıcık: Kur'an'ı Anlamada Temel İlkeler
8. Müsaid b. Süleyman: Füsûl fî Usûli't-Tefsîr
9. Halis Albayrak: Tefsir Usulü
10. İsmail Çalışkan: Tefsir Usulü
11. Abdüssettar Hamid: Mebâhis fî Ulûmi't-Tefsîr
12. Fehd er-Rûmî: Buhûs fî Usûli't-Tefsîr
13. Abdurrahman el-Habenneke: Kavâidü't-Tedebbüri'l-Emsel (trc. Mehmet-Ahmet Yolcu: Kur'an'ı Anlamanın Kaideleri)

Âh Kârîlerimiz, Kasidehanlarımız, Mevlidhanlarımız

Artık eskiden olduğu gibi kasidehanlar, mevlidhanlar pek yetişmiyor maalesef. Nerede o bir kandil gecesi, okuduğu bir kasideyle bizi mest eden, gönül dünyamızı aydınlatan kasidehanlarımız, nerede günlerce sesi kulaklarımızda çınlayan mevlidhanlarımız...

Bir devlet büyüğü olsaydım eğer her şeyi bırakır önce iyi kârîler, mevlidhanlar, kasidehanlar yetiştirmek ve memleketin dört bir yanında seslerinin yankılanmasını sağlamak için elimden geleni yapardım.

Çünkü insana bilgi yüklemekle onun ancak beynini doyurursunuz, güzel sadâ ile de kalbini. Çoğu zaman güzel okunan bir ilahi ile insanın katettiği yolu ona yıllarca eğitim vererek yürütemezsiniz.

Diğer yandan güzel bir sadâyla yumuşayan kalp zihnen de doymak isteyecektir. Yani ulaştırmak istediğiniz kıvama kısa zamanda erişecektir. Bundan sonra onu rahatlıkla eğitmeye başlayabilirsiniz.

Ama zihnen doyanlar kalben de doymak istemeyebilirler. Hatta çoğu zaman duygusuzlaşır ve zarar verici bir hale dahi bürenebilirler, size düşman kesilebilirler. Tıpkı bugün olduğu gibi; her şeyi bilen, en iyi üniversitelerde okuyan, fakat insanlıktan, merhametten, şefkatten, hâsılı müslümanlıktan nasibi olmayan çok insan bulunduğu gibi. Çünkü bilgi sahibi olmanın baş döndüren, ayaklar kaydıran bir ihtişamı vardır.

Ecdâd insanın bu halini çok iyi biliyordu ve aslında daha çok önce onun kalbini doyuruyordu. O yüzden bu toprakların müslüman olmasında ve müslüman kalmasında güzel sesin, musikinin katkıları inkar edilemeyecek kadar büyüktür. Bu etkileri bugün İslam'a giren yabancıların "dinlediğim ezanla hidayet buldum" sözlerinde de, sesi güzel, kıraati güzel bir imamın camisindeki kalabalıkta da açıkça görebilirsiniz.

Fakat gelin görün ki bugün bazı sığ beyinler saldırıya ilk önce buradan başlıyorlar. el-İnsaf! Bir insanın kendi medeniyetine bu kadar yabancılık çekmesi hakikaten hayret verici!

(Muhterem dostum Hasan AL hocamın yazıda anlatılmak isteneni kısaca özetleyen ilavesi:
"Değerli hocam, yazınız bana Amir ATEŞ hocamızın 'yaşıyorsan gel şükret' ilahisi ile ilgili anısını hatırlattı. Kendisi şöyle anlatmıştı: 'Bir kandil gecesinde Diyanet İşleri Başkanımız bir saate yakın konuşmuştu. Ardından ben bu ilahiyi okumuştum. Program sonrasında kendisini tanımadığım biri 'hocam okuduğunuz 5 dakikalık ilahi beni benden aldı, bu bana yetti' demişti.")

7 Şubat 2021 Pazar

Camilere Ne Veriyoruz, Karşılığında Ne Bekliyoruz?

Bugün Eyüp Sultan Müftülüğü, Hz. Kaab Camii'nde yapılan bir dizi faaliyetin görenler tarafından tebrik edildiğine, hatta çoğu insanın bu hizmetleri tüm camileri kapsayacak şekilde yaymayı teklif ettiklerine şahit oldum. Yürütülen hizmetler gerçekten takdire şayan. Vesile olanlardan Allah razı olsun. Fakat bu hizmetlerin tüm camilerden beklenmesi makul mü? Her cami bu hizmetleri yapabilecek imkana sahip mi? Biz camilerimize ne kadar destek oluyoruz da bu hizmetleri hepsinden bekliyoruz? Gelin birlikte bakalım konuya.

Camilerin akarsız yapılması

Camilerimizin durumu içler acısı. Evvela bunu bilelim. Günümüzde bir şekilde cami yapılıyor ama bu türlü hizmetlere imkan sunacak akar sağlanmıyor maalesef. Yani Osmanlı'daki gibi çeşitli yerlerde akarı olan, böylece hem kendi ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayan (görevlilerinin maaşlarını dahi ödeyebilecek kadar) hem de hayrî faaliyetleri çevirebilen camilerimiz artık yok. Ayrıca bu türlü hizmeti sunmak Diyanet'in vazifesi de değil. Olsa güzel olmaz mı, elbette güzel olur fakat ne Diyanet'e böyle bir görev tevdi edilmiş, ne de böyle bir kalemden bütçe ayrılmış.

Öte yandan dinimizde vakıf malı mukaddestir ve asla vakfedenin rızası olmadan el konulamaz. Eski Edirne Müftüsü merhum İbrahim Koçaşlı hocanın söylediğine göre arşiv kayıtlarında Edirne'nin kenar mahallelerinden birinde bulunan Daru'l Hadis Camii'nin bile başka illerde vakıf arazileri, dükkanları varmış. Bu sadece bir örnek. Şimdi düşünmemiz gerekmiyor mu, hem bunlara el koyarak camilerden koparıp camileri kendi hallerine bırakacaksınız, beş kuruşsuz hale getireceksiniz hem de bu türlü hizmetler bekleyeceksiniz, bu akıl kârı mı?

Millet tutturmuş bir Diyanet bütçesidir gidiyor. Cuma'da toplanan paralar herkesin dilinde. Bir teklifim var benim. O yardımları lütfen namazdan sonra bekleyin, hocalarımızla birlikte bir sayın ve kaç lira çıktığını kendi gözlerinizle görün. O paralar toplandıkları camilerin ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor çoğu zaman. Üstelik hasbelkader bir lira atan da bir sürü tantana yapıyor. Böyle mi olmalıydı? Camilerimizin bu hale düşürülmesi gerçekten çok üzücü. Bu yüzden o vakıf arazilerini, dükkanları, camilerden koparanlar büyük bir vebal altındadırlar ve elbette Allah bunun hesabını onlardan soracaktır.

Camilere ne kadar destek veriyoruz?

Yani dostlar, bu hizmetler camilerden beklenecek hizmetler değil. Bunun için Kaymakamlıklarımız var. Pekâlâ hem bütçeleri müsait hem de bu işleri gayet güzel yürütüyorlar. Bu türlü şeyleri Diyanet'ten bekleyenler genelde vâkıadan bihaber olan kimseler. Önce gerçeklerle bir yüzleşelim, sonra bu taleplerde bulunalım. Eğer mahalle camimizden böyle bir hizmet bekliyorsak samimi olmalı ve ev başına en azından her ay 100'er lira mahalle camimize bağışlamalıyız. Bunu yapmıyorsak böyle bir talepte bulunma hakkımız da olamaz.

Neden her şey yalnızca camilerden bekleniyor?

Bir de bütçeleri milyar liralara ulaşan, buna rağmen yine de dilencilik ederek insanlardan para toplayan futbol kulüplerinden filan böyle taleplerde neden bulunulmaz acaba? Ya da servet sahibi iş adamlarından, sanatçılardan? Aynı şekilde neden buralara verilen paraların hesabı yapılmaz da Cuma'dan Cuma'ya yardım kutusuna atılan bir liranın lafı yapılır durur?

Ben söyleyeyim, çünkü bugün Allah'ın dini sahipsiz ve onun mazlum bırakılmış temsilcilerini, müesseselerini ezmek hem daha kolay hem de hoşumuza gidiyor.

Güzeli Görmemek/ Göstermemek İçin Sürekli Kötüyü Örnekleme Hastalığı

Güzellikleri görmek istemeyen kimselerin mübtelâ olduğu bir hastalık var, adı "kötüyü örnekleme hastalığı". Günden güne bizim de kalplerimizi ve zihinlerimizi istila eden bu sinsi ve bulaşıcı hastalığı bir an önce teşhis edip tedavi yollarını aramamız gerekiyor.

Öncelikle "insan neden sürekli kötü örnekleri görmek ister?" sorusunun cevabını arayalım dilerseniz. Bunun birkaç sebebi var.

Birincisi mahzâ güzel olana düşmanlık etmek için. Böyleleri güzel örnekler görürlerse kafalarındaki tabuların yıkılmasından ve buna bağlı olarak yaşam tarzlarının değişmesinden korkarlar. Hakikatin dönüştürücülüğünden korkarlar yani. İlkeli bir yaşam doğruya göre tanzim edilmeyi hak eder çünkü. Ya da hayat tarzlarını değiştirecek olmasalar bile en azından kendi bildiklerinin aslında yanlış olduğunu görmek istemezler, bunu kendilerine kabul ettiremezler ki bu da hakikate düşmanlık etmelerinin bir diğer sebebidir. Böylelerine bu düşüncelerinden vazgeçemedikleri sürece ne yaparsanız yapın güzel olanı gösteremez, anlatamazsınız. Adeta gözleri hakikate kör, kulakları sağırdır bu kimselerin.

İnsanın kötü örnekleri baz alarak yaşamasının ikinci sebebi de kendisini rahatlatmak istemesidir. Hakikati görmek istemeyen, ona göre yaşamayı kabul edemeyen kimseler sürekli kötüyü göstererek bir nevi rahatlatırlar kendilerini. Onlara göre güzel olan bir şey yoktur esasında kendi yaşam tarzlarından başka. Yani doğru olan kendi yaptıklarıdır. Böyleleri konforlu bir yaşam sürebilmek için bu düşünceye ziyadesiyle ihtiyaç duyarlar.

Mesela namaz kılan ya da hacca giden insanlardan bahsederken nedense onlardan yalnızca kötü işler yapanları anlatırlar insanlara ve kendilerine. Böylece yalnızca bu azınlığı örnekleyerek nur yüzlü, kimseye bir zararı olmayan, camisine gidip gelen, komşusuyla bir problem yaşamayan, herkesin görmekten, görüşmekten memnun olduğu, çoğunluğu teşkil eden o güzel müslümanları görmezler, göstermezler, bilinmelerini, tanınmalarını istemezler. Öyle ki hiç doğru, düzgün bir müslüman yok zannedersiniz ve müslümanlara olan inancınızı kaybedersiniz. Fakat buna mukabil her türlü fenalığı yapıp insanlara kötü örnek olan, topluma ahlaksızlık pompalayan bir ünlüyü ya da bir yabancıyı tek bir iyilik yaparken gördükleri zaman -ki bu grubun ekserisi toplumu manevî bakımdan zehirleyen kişilerden oluşmaktadır- nedense böylelerine karşı içlerinde hemen bir hayranlık uyanır ve onları kendilerine model olarak alırlar, onları güzellerler, onları parlatırlar, onları anlatırlar. Bu kimseler üzerinden müslümanlara insanlık öğretme hadsizliğine kalkışırlar.

Halbuki olması gereken müslümanı örneklemektir, müslümanın yaşam tarzını güzellemektir, onu el üstünde tutmaktır.

Müslümanları sevelim, onları birbirimize sevdirelim, hatalarını, kusurlarını gördüğümüzde onlardan vazgeçmek yerine güzel bir dille uyaralım onları ve kendimiz de kötü örneklerden şikayet etmek yerine örnek birer müslüman olmanın sevdasına düşelim.

Çünkü Allah müslümanları çok seviyor ve onlardan asla vazgeçmiyor.

Ehl-i insâfa son bir not: Netice itibariyle akıllarımızdan çıkarmamalıyız ki gördüklerimizden değil, hakikatten sigaya çekileceğiz. Bu yüzden görmek, kendimize ve başkalarına göstermek istediğimiz hakikat dışı durumlara değil, hakikatin göz kamaştırıcı güzelliğine odaklanmalı, onu merkeze alarak yaşamalıyız.

3 Şubat 2021 Çarşamba

Anlaşılamayanı Atmak Mı, Yoksa Anlamaya Çalışmak Mı Evlâ?

Ulemânın en uç seviyelere çıkarak tartıştığı konuları "gereksiz teferruât" olarak görenlerin çoğuna bakın; bunu, tartışılan konuları anlayamadıkları, kafaları basmadığı, kapasiteleri yetmediği için söylediklerini göreceksiniz.

"Anlayamadığımızı atalım" düşüncesi ilmin katilidir.

Teferruât bilginin pratik boyuta aktarılmasına engel olmaz, aksine daha sağlıklı, sıhhatli bir şekilde pratikleştirilmesini sağlar.

Ayrıca bir medeniyette konuların felsefe boyutunda tartışılabilir hale gelmesi, o medeniyetin ne denli köklü olduğunun ve yetkin bilginleri bulunduğunun en önemli işaretlerindendir.

Sürekli başlangıç seviyesine dönmeye çalışmak bu yüzden medeniyete de, müktesebâta da ihanettir. Buna "teklif" dahi denemez, çünkü bu kolaycılıktan başka bir şey değildir.

Marifet anlaşılamayanı atmakta değil, onu anlayabilecek düzeyde âlim yetiştirebilmektedir.

Ancak bu şekilde yol alabiliriz.

1 Şubat 2021 Pazartesi

Şehir Tarihinden Bahseden İlk Kitap Edirne'yi Konu Alıyordu

Başlarken: İlk defa bir yazım bir dergide, hem de güzel Edirne'mizde yayın hayatını sürdüren Evlâd-ı Fâtihân'ın 9. sayısında[1] yayımlandı. Benim için bu şehir de, bu dergi de ziyadesiyle anlamlı. Bu yüzden işe buradan başlamak mutluluk verici. Bana bu fırsatı tanıdığı için Doç. Dr. Mustafa Şentürk hocama teşekkür ederim. Kendisiyle Evlâd-ı Fâtihân hakkında yaptığımız söyleşi için bkz: https://www.dunyabizim.com/soylesi/mustafa-senturk-edirnemiz-tarih-ve-kulturel-silueti-rengi-kokusu-bedeni-ve-ruhuyla-drul-islmdir-h41657.html

Evlâd-ı Fâtihân: https://evladifatihanedirne.com/

“Edirne şehri cennet denilse vechi vâr imiş,
Mazhar-ı evsâfı ‘tecrî tahtehâ'l enhâr’ imiş.”

Edirne'li tarihçi Abdurrahman Hibrî’nin 1636-1637 yıllarında kaleme almış olduğu “Enîsü’l-müsâmirîn” adlı eser, kitabın girişinde müellifin de ifade ettiği üzere Osmanlı’da kent tarihi alanında kaleme alınan ilk eser olma özelliğini taşımaktadır. Eser bu yönüyle kendisinden sonra aynı kategoride hazırlanan te'lifâta örnek teşkil eden öncü bir eserdir. Ancak bu eseri yazımıza konu edinmemizin asıl sebebi bu değil, böylesine belirleyici bir eserin Edirne’yi anlatıyor olmasıdır. Bu yazıda öncelikle kısaca Abdurrahman Hibrî’yi tanıyacak, ardından “Enisü’l-müsâmirîn”i panoramik bir bakış açısıyla inceleyerek yazıldığı devirdeki Edirne’yi bu kitaptaki yansımalardan seyretmeye çalışacağız.

Abdurrahman Hibrî kimdir?

Edirne’nin tanınmış müderrislerinden Salbaş lakabıyla meşhur Habbazzâde Hasan Efendi’nin oğlu olan Abdurrahman Hibrî, 1012 yılı Zilhiccesinde (Mayıs 1604) Edirne’de dünyaya geldi. Babasına nisbetle Salbaşzâde olarak da tanınan Hibrî, Edirne’de başlayıp İstanbul’da devam ettirdiği tahsilini tamamladıktan sonra mülâzemet (ilmiye sınıfı mensuplarının görev almadan önce tabi oldukları meslekî staj) alarak müderris olmaya hak kazandı. İlk müderrisliğini Edirne’deki Emîr Kadı Medresesi’nde yapmasının ardından sırasıyla 1046’da (1636-37) Dimetoka’daki Oruç Paşa Medresesi’nde, üç yıl sonra Edirne’deki İbrâhim Paşa, 1052 Zilkadesinde (Şubat 1643) Sarâciye, aynı yıl Emîniye, bir yıl sonra Taşlık, iki yıl sonra Eski Camii, 1655’te Üç Şerefeli Medreseleri, 1658’de de Edirne Dârülhadisi müderrisliklerine getirildi. Ertesi yıl vefat eden Hibrî Efendi'nin kabri Edirne’nin Yıldırım semtindeki aile kabristanlığında bulunmaktadır.

Abdurrahman Hibrî Efendi’nin eserleri ise şöyledir: 1. Enîsü’l-müsâmirîn. 1046 (1636-37) yılında yazılmış olup Edirne tarihini konu almaktadır. 2. Defter-i Ahbâr. Osmanlı tarihini anlatan muhtasar bir eserdir. 3. Târîh-i Feth-i Revân. Sultan IV. Murad’ın 1635 yılında yaptığı Revân seferine ve fethine dair olan eserdir. 4. Târîh-i Feth-i Bağdâd. Aynı padişahın 1638’de gerçekleştirdiği Bağdat seferi ve fethiyle ilgilidir. 5. Hadâiku’l-cinân. Muhâdarâta (Edebî, dinî, kültürel bilgilerin aktarıldığı edebî bir tür) dair bir eserdir. 6. Menâsik-i Mesâlik. Hibrî’nin 1632’de gerçekleştirdiği hac yolculuğuyla ilgili eseridir. 7. Riyâzü’l-ârifîn fi’l-ehâdîsi’l-erbaîn. İranlı şair Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Risâletü’l-aliyye fi’l-ehâdîsi’n-nebeviyye adlı kırk hadisle ilgili Farsça kitabının Türkçe tercümesidir.

Enîsü’l-müsâmirîn

Başta da belirttiğimiz gibi “Enisü’l-müsâmirîn” Osmanlı’da kent tarihi konulu çalışmaların ilkidir. Müellif bu eseri yazmaya başlarken Arap ve Acem tarihçilerinin ülkelerindeki ünlü kentler adına özel çalışmalar yapıp durumlarını bildirdiklerini, beldelerin padişahlarını, komutanlarını, bilginlerini, aydın kişilerini ustalıkla anlattıklarını ama diyâr-ı Rûm’da yetişen bilginlerin bugüne kadar böyle bir çalışma yapmadıklarını belirterek eseri kaleme alma sebebini bu yönde bir kitap yazmayı arzuladığı şeklinde açıklamıştır. Bu amaca binâen hazırladığı eserini ise Edirne’nin ve çevresinin fethini, Edirne kalesini, Edirne’deki camileri, eğitim kurumlarını, hanlarını, hamamlarını, nehir ve köprülerini, çevredeki kasabaları, şehrin ulemâ ve mutasavvıflarını, Ertuğrul Gazi’den başlayarak IV. Mehmed’e kadar olan Osmanlı hükümdarlarını, şehrin kadılarını, şâirlerini, Edirne’de meydana gelen ilginç olayları anlatan ve Edirne hakkındaki şiirleri alıntılayan 14 bölümlük bir konu tertibi tutturarak meydana getirmiştir. Burada “Enîsü’l-müsâmirîn”in geceleyenlerin dostu manasına geldiğini ve müellifin eseri gece sohbetlerinde okunması amacıyla yazdığını da söylememiz gerekiyor. Zira bunun bir yansıması olarak eser yer yer olayları hikâye eden bir anlatıma bürünüyor. Yine bu gayeye matuf olarak eserde Edirne’de yaşanan ilginç hadiselere ve ayrıntılara dair müstakil bir başlık açıldığı görülüyor. Kısacası “Enîsü’l-müsâmirîn”, Edirne’yi 14 bölümlük konu düzeniyle geniş bir yelpazede ele alarak bize o dönemin yaşantısını, mimarisini, sosyolojik yapıyı ve topografyayı anlayıp önemli şahsiyetlerini tanıma fırsat veriyor. Eserin hem aynı zamanda iyi bir şair olan müellifin hem de başka şairlerin şiirleriyle ve önemli olayları tarihlendirme amacıyla düşülen beyitlerle müzeyyen bir şekle sahip olması da “Enîsü’l-müsâmirîn”in ilk bakışta görülen bir diğer özelliğidir.

Enîsü’l-müsâmirîn’deki Edirne

“Edirne şehri mi bu yâ gülşen-i me’vâ mıdır?
Anda kasr-ı pâdişahî cennet-i âlâ mıdır?”

Müellifimiz Abdurrahman Hibrî’nin anlattığına göre eserin yazıldığı dönemde Edirne’de 160 mahalle ve 37 köy bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra şehirde Edirne’nin başkent yapılmasının ardından, şu anda Selimiye ile Üç Şerefeli Camii arasındaki bölgeyi kapsayan alanda I. Murat tarafından inşa ettirilen, ileride içinde Fatih Sultan Mehmed’in dünyaya geleceği Sarây-ı Atîk, Sarayiçi mevkiine Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Sarây-ı Cedîd ve bu saraya yakın bir yerde, Tunca kenarında olduğu düşünülen, II. Selim’in yaptırdığı Mamak Sarayı olmak üzere Osmanlı eseri üç adet saray mevcuttu. Ne yazık ki şairin yukarıdaki dizlerde cennet-i âlâya benzettiği o saraylardan hiçbiri şu anda bütünüyle ayakta değildir.

“Bir görecek câmi-i şâhânedir,
Şehr-i sadef ol dürr-i yekdânedir.”

Hibrî şehirdeki 40 adet camiden bahsederken bu camilerin 10 tanesinin sultanlar tarafından yaptırılan selâtîn camiler olduklarını vurgular. Bunların içinden Selimiye’yi anlatırken, “Bu caminin yeryüzünde benzeri yapılamamıştır. İç ve dış mekânları o kadar iç açıcı ve ferahlatıcıdır ki bir eşi ancak cennet-i me’vâdadır.” der, sonra da bu cami hakkında yazılan birbirinden güzel beyitleri sıralar. Yine müellif camilerin anlatıldığı bölümde Sultan II. Bayezid Camii’nin yanında bulunan değirmenden ve su dolabından, Muradiye Camii’nde semâ yapan dervişlerin şerbet içmeleri için konulan musluklardan bahseder ki bunlar günümüze ulaşamamışlardır. Yalnızca başkentlerde bulunan, içinde şehzadelerin sünnet düğünleri ile elçilerin karşılandığı esnada boyunlarına altın tasmalar takılıp gezdirilen aslanların bulunduğu aslanhâne ve şehrin ortasında bir yerde olan, içinde sultana ait bir filin yaşadığı filhâne ise Hibrî’nin eserinde bahsettiği, ancak İstanbul’un payitaht oluşuyla İstanbul’a taşınan yapılardan iki tanesidir. Edirne’nin meşhur besili tavuğu ile yüksek meblağlarla çekirdeği için satın alınacak kadar güzel olan kayısısı da müellifin dikkatini çeken ancak el-ân mevcut olmayan, Edirne’nin zamanla yitip giden güzelliklerindendir.

“Esti cân bağına bâd-ı ıtırsây-ı Edrene,
Feyz-i rûh etti fezây-ı cân fezây-ı Edrene.”

Abdurrahman Hibrî’nin verdiği bilgilere göre o dönemde Edirne’de 24 medrese ve 3 Darü’l-kurrâ bulunmaktaydı. Bu açıdan şehirde yaygın bir eğitim faaliyeti olduğundan söz edebiliriz. Eserde kaydedilen diğer bilgilere göre o vakitlerde şehirde 20-30 civarında zâviye ve 18 tane han, 22 tane hamam, 160’tan fazla çeşme ve 17 tane sebilhâne mevcuttu. Dolayısıyla Edirne’ye dışarıdan gelen misafirler şehirde hiçbir zorluk çekmeden esenlik içinde konaklayabiliyorlar, karınlarını doyurabiliyorlardı. Hibrî’nin verdiği bu malumât dönemin kurumlarını görebilmemiz açısından çok kıymetlidir. Şehir hakkında tüm bu anlatılanlardan gözlerimizin önüne oldukça mamur; bütün müesseseleriyle ayakta, halkının hizmetinde olan, gayet modern bir şehir gelmektedir.

“Edirne gibi bir şehr-i dilârâ,
Bulunmaz gerçi âlem içre ammâ,
Ahâlisi fakir oldukları için,
Hedâyâsı olur elbette ayvâ.”

Hibrî bu bilgilerin yanı sıra zaman zaman Edirne halkının günlük yaşantısından da bahseder. Onun aktardıklarına göre Edirne halkı kendilerince meyve-sebze yetiştirmeye çalışan, fakat kış mevsiminde maruz kaldıkları taşkınlar sebebiyle çok defa bahçeleri bozulup talan olan fakir bir halktır. Hibrî’ye göre halkın fakirliği biraz da batıya yapılan seferlerin yoğunluğu sebebiyle tarım alanlarının sürekli olarak bozulmasından kaynaklanmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi o dönemde yetişen ürünler arasından en meşhuru Edirne kayısısıdır. Lakin müellif son zamanlarda bu kayısıdan “hastaya şifa için olacak kadar dahi” bulunamadığından yakınır. Ayrıca bir de şehre gelenlere hediyelik olarak sunulan şehrin meşhur gül suyu vardır ki müellif kokusunu misk-i ambere benzetir. Eserde Edirne’de yetişen tadı ve kokusu güzel sarı ayvalardan da söz edilmektedir. Hibrî bunlara ilaveten Edirne’lilerin yazları Havsa ve çevresindeki ılıcalara 100-200 civarında kadar arabayla gittiklerini ve oradaki zaviyelerde üç gün boyunca konakladıklarını kaydeder. Ahalinin hangi ılıcalara gittiği, nerede ve kaç gün konakladıkları eserde detaylarıyla uzun uzun anlatılmaktadır. Ayrıca müellif Edirne ahalisinin belirli vakitlerde himmet ehli zâtların türbelerine yaptıkları ziyaretlere de değinerek eserinde yer vermiştir.

“Yahyâ efendi hazret-i ol pîr-i muhterem,
Kim âsumâna ermiş idi kadr-ü rif'ati.”

Eserde Edirne’de yaşamış önemli şahsiyetlerin de anlatıldığını söylemiştik. Bunlardan ünlü Fakih ve devlet adamı Molla Hüsrev, Fatih Sultan Mehmed’in hocalarından Hocazâde, Şâir ve devlet adamı Müeyyedzâde, Şeyhülislâm ve Tarihçi İbn Kemal Paşa, Şair Hayâlîzâde, Şeyhülislâm Yahya Efendi gibileri akla ilk gelenlerdendir.

Eser Edirne’de vuku bulan ilginç olaylar için ayrı bir bölüm açmış ve burada müellif tarafından bazı enteresan hadiseler anlatılmıştır. Bunlardan bir tanesi Sultan Mehmed’in 1411’deki vefat etmesinin ardından bu haberin Şehzâde Murad’ın sancakta olması sebebiyle askerden 42 gün boyunca gizlendiği olaydır. Anlatıldığına göre Sultan Murad’ın şehre ulaşması ve tahta oturması beklendiği için vefatının ardından padişahın iç organları çıkartılıp gömülmüş, askere de padişahın hasta olduğu söylenmiştir. Ancak asker bir müddet sonra padişahı görmek isteyip huzursuzluk çıkarınca padişahın özel doktoru olan Kürt Ozan lakaplı hekimin tavsiyesiyle cenazenin bulunduğu oda iyice karartılarak ölü padişaha elbise giydirilmiş, cenaze tahta oturtulmuş ve arkasına da ellerini hareket ettirmesi için biri konulmuştur. Askerlerin yaşlılarından birkaç tanesi huzura girip padişahın tahtında oturduğunu görünce “padişah hasta olduğu için” çok fazla eğleşmeden dualar ederek huzurdan ayrılmışlardır. Böylece olası bir karışıklığın önüne geçilmiştir.

Bir diğer olay 1446’da Sultan II. Murad’ın tahtı oğlu II. Mehmed’e bırakmasının ardından yeniçerilerin isyan etmeleri olayıdır. Edirne’nin Buçuktepe mevkiinde vuku bulan ve II. Mehmed’in ilk saltanatından uzaklaştırılmasına sebep olan bu hadise tarihteki ilk yeniçeri ayaklanmasıdır. Bu isyan II. Murad’ın tekrar tahta oturup yeniçerilere buçuk oranında zam yapmasıyla son bulmuştur. Bundan sonra o mevkiinin adı da Buçuktepe olarak kalmıştır.

Edirne kadılarından Mevlana Sait Efendi’nin başına gelen olaysa hem çok az insanın karşılaşabileceği türden bir talihsizlik hem de bir hayli tuhaflık barındıran garip bir olaydır. Her şey miladi 1630 senesinde adı geçen kadının Edirne’ye tayin edilmesiyle başlar. Bu tayinle birlikte Edirne’nin tüm mahallerinin geceleri 1 ay boyunca taşlandığı söylenir. Öyle ki halk sabaha kadar sokaklarda tüfekleri ve sopalarıyla nöbet tutmak zorunda kalır ancak taşları kimin attığını hiç kimse bulamaz. Taşların nereden geldiğini bir türlü anlayamayan halk, olayı cinlerden bilir ve bu olayın ardından kadının lakabı “cinci kadı” olarak kalır. Fatih Sultan Mehmed’in etrafında kümelenen birkaç hurûfînin dönemin Şeyhülislamı Mevlana Fahreddin Acemî’nin fetvasıyla karşı karşıya kaldıkları acı akıbetin detaylarını ise meraklılarına bırakıyorum. İlgilenenler bu yazıyı hazırlarken esas aldığım Yrd. Doç. Dr. Ratıp KAZANCIGİL çevirisinin 159. sayfasına müracaat edebilirler.

Görüldüğü gibi “Enîsü’l müsâmirîn” alanı itibariyle oldukça mühim ve ilginç bir kitap. Edirne’li bir âlimin müşahedelerini barındıran ve alanında kaleme alınmış ilk eser olması hasebiyle kültür tarihimizde kendisinden sonraki tüm üretimin ilham kaynağı olacak şekilde konumlanan böylesi önemli bir eserin Edirne’den bahsediyor olması ise tarihte Edirne’nin önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Her Edirne hayranı ve tarih meraklısı için de geriye yalnızca bu güzel eseri okumak kalıyor.

[1] Evlâd-ı Fâtihân, Edirne, Ekim 2020, sayı: 9, s. 42-44