31 Aralık 2020 Perşembe

Bir Resul Bölükbaş Hocaefendi Geçti Bu Dünyadan

"Ey gönül bakma cihane, gün gelir seyrân gider,
Durma ağla gözlerim gel, bu kafesten cân gider."

Salgın süreci pek çok kıymetli âlimimizi kopardı bizden. Adeta sonbaharda kuruyup yaprak döken ağaçlara benziyoruz şimdi; mevsim değişti, en güzel yapraklarımızı kuruttu ve bir rüzgâr geldi bizi tâ gövdemizden sarsıp döküyor yapraklarımızı. Bizi biz yapan, bize güzellik katan, onlar olmadan kuru bir odun parçasından öte bir şey olamayacağımız yapraklarımız hazan mevsimi rüzgarıyla dökülüyor. Âlimlerimizi birer birer kaybettiğimiz bu mevsim bizim için hüzün mevsimi oldu bu yüzden.

Âlimlerimiz yapraklarımızdır. Onlar varsa seyre değer bir güzelliğe sahip oluruz; rengimiz başka, gölgemiz başka güzel olur. Ama onlar yoksa kupkuru kalırız; tadımız kaçar, o eski güzelliğimizden eser kalmaz. Çünkü onlardan öğrendiğimiz kadarıyla biliriz nasıl yaşamamız, nasıl hareket etmemiz gerektiğini. Bu bilgiden mahrum olanların hali pek içler acısıdır bu yüzden.

Osman Koçkuzu ve Yusuf Işıcık hocaların ardından 28 Aralık 2020 Pazartesi günü Resul Bölükbaş hocamızın da vefat haberini derin bir üzüntüyle öğrendim. Yazmalı mıyım, yazmamalı mıyım çok tereddüt ettim esasen. Bana düşer miydi bu, bilmiyorum. Fakat kendilerinden ders okuduğumuz hocalarımızı yetiştiren Resul Bölükbaş hocamızı bir şekilde anmazsam bu besbelli vefasızlık olacaktı. Ben de hocamıza olan vefa borcumu bir nebze olsun ödeyebilmek amacıyla bu yazıyı yazmaya karar verdim.

"Âlimler insanların yolunu aydınlatan kandillerdir."

Resul Bölükbaş hocamız artık çilesini pek kimsenin çekmeye katlanamadığı medrese geleneğinin seçkin simalarındandı. Bu uğurda hangi çileler çekilmeliyse evet, hepsini çekmişti. Kendisi Tütüncüler Kuran kursunda senelerdir ders okutan Merhum Zavendikli Mustafa Yıldız Hocaefendinin ilk talebelerindendi. Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet Hoca), Hocam, Müftü Yusuf Karali Dini Yüksek İhtisas Eğitim Merkezi Müdürü Seyit Badır, Büyük Çamlıca Camii İmam-hatibi Kurra Hafız İshak Danış gibi tanınmış isimlerin de hocasıydı. Ayrıca eğitim merkezi hocalarımızdan Ömer Bölükbaş da Resul Bölükbaş hocamızın hem yeğeni hem de öğrencisiydi. Merhum Resul Bölükbaş hoca Rize'de yıllarca Mahmud Efendi hazretlerinin vekili ve müderris olarak görev yapmış ve daha isimlerini sayamayacağımız binlerce talebe yetiştirmişti.

Belirttiğim gibi öğrencisi olmakla her daim iftihar ettiğim Seyit Badır hocam Resul hocamızın talebelerindendi. Kendisinden hocanın özellikle 28 Şubat döneminde medresesinin kapatılmaması için cansiparene mücadele ettiğini çok defa dinlemiştik derslerinde. Bu mücadele neticesinde o dönem Rize'de tüm medreseler kapatılırken Resul Bölükbaş hocamızın medresesi eğitime devam edebilmişti. O böylelikle "insanların yolunu aydınlatan bir kandil" olmayı en zor dönemlerde bile sürdürebilmişti.

Öte yandan yazıyı yazarken kendisine danıştığım Seyit Badır hocam bana bir olay anlattı ki bu olay Resul Bölükbaş hocamızın öğrencilerini ne kadar önemsediğini göstermesi açısından çok önemli diye düşünüyorum. Seyit Badır hocam şöyle anlatıyor:

"Hocamla hayatı boyunca bir ihtilafımız olmamıştı. Son yaptığım icazete teşrif etmişti. Sonrasında yemeğe gittik beraber, çok mutlu olmuştu. İcazetten bir gün önce rahatsızlanmış. Hanımı 'bu halde yarın icazete gidemezsin' demiş. Hocam da 'hayır, gideceğim, Seyit'in boynu bükülür, 'icazet verdi ama hocası gelmedi' derler' demiş. 4 kişinin yardımıyla o gün icazetin yapıldığı Taşçıoğlu camiine geldi ve konuşma yaptı. Allah hocamın mekânını cennet eylesin."

"Zebaniler dahi dönüp bakamaz,
Bin cehennem olsa ilim ehlini yakamaz."

Resul Bölükbaş hocamız gerçek bir müderris, ilim adamı ve gönül insanıydı. O, bu özellikleri sebebiyle Rize halkının nazarında müstesnâ bir yere sahipti. Sözü dinlenirdi, kendisine güvenilirdi, sevilirdi, saygı duyulurdu. İçinde bulunduğumuz şartlara rağmen cenazesindeki kalabalık tüm bu söylediklerimizi doğrular nitelikteydi.

Bazı insanlar vardır, yaşatmak için yaşarlar; öğretmek için öğrenirler. Resul Bölükbaş hoca işte onlardandı. İlerleyen yaşına rağmen son anlarına kadar medresedeki işleyişi bizzat takip etmiş, talebeleriyle sürekli yakından ilgilenmişti. Buna rağmen o, halktan kopuk biri de olmamıştı hiçbir zaman. Taşçıoğlu camiinde yaptığı vaazlarıyla, ders halkalarıyla yüzü hep Müslümanlara dönük yaşamıştı. Öyle ki vefat hastalığına yakalanmadan 1 ay kadar önce geçirdiği şeker rahatsızlığıyla sıkıntı yaşamış, fakat hastaneden çıkmasıyla birlikte tefsir ve akâid dersleri okumayı sürdürmüştü. Hocanın okuduğu bu dersler kendi sosyal medya hesabı sayesinde geniş bir kitle tarafından takip ediliyordu. Bu dersler uzun bir süre muntazaman devam edegelmişti. Tâ ki vefat etmeden 1 ay evveline kadar...

"Gerçek mümin için, ölüm bâbında Vuslat-ı Cemâl vardır.." der büyüklerimiz. Resul Bölükbaş hocamızın acısı hala yüreklerimizde tazeyken biliyoruz ki ilim ehline cehennem ateşi dokunamaz, onlar için ölümün ifade ettiği anlam ancak "kavuşmak"tır. 

Bu vesileyle başta Resul Bölükbaş hocamızın talebesi ve benim de hocam olan Seyit Badır hocama, tüm ilim ehline ve ümmete başsağlığı diliyorum. Hayatta olan tüm hocalarımıza sağlık, sıhhat afiyet niyaz ediyorum.

Allah âlimlerimizi başlarımızdan, gönüllerimizden, beldelerimizden eksik etmesin. Onlarla aramızı açıp bizi rehbersiz bırakmaya çalışanlara fırsat vermesin.

Yüce Rabbimiz Resul Bölükbaş hocamızı rahmet deryâlarına gark eylesin. Âmin.

29 Aralık 2020 Salı

Hicret Yolunda Gelen Mukaddes Ölüm

Peygamber efendimiz (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: 

"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir."[1]

Hz. Peygamber bu hadis-i şerifte görüldüğü üzere kendi çağında yaşayan mümin kimselerin insanlığın en hayırlıları olduğunu ifade ediyor. Hadise göre hayır bakımından ashap efendilerimizi de kendilerinden sonra gelen nesiller derece derece takip ediyor. 

Zaman eskidikçe ve insanlık olarak efendimizin (s.a.s) kâinata hayat bahşeden, dertli gönüllerin kendisiyle ferahnâk olduğu nübüvvet nurundan uzaklaştıkça; evet, ondan uzaklaşıp gönül hanelerimizi kir ve pasla doldurdukça ve geçen zamanla daha kötü insanlara dönüştükçe Hz. Peygamberin neden böyle bir hiyerarşi oluşturduğunu daha iyi anlıyoruz. 

Günümüze ulaşan en eski tam tefsir kitabının sahibi Mukâtil b. Süleymân (ö. 150/767), tefsirinde Nisa suresinin 98. ayetinin izahını yaparken bizlere ashap efendilerimizin neden bizden daha hayırlı kimseler olduklarını ortaya koyan bir örnek sunuyor. 

"Erkekler, kadınlar ve çocuklar içinden zayıf sayılanlar (yani) çaresiz kalanlar ve hiçbir kurtuluş yolu bulamayanlar (hicret yükümlülüğünden) müstesnadır." mealindeki söz konusu bu ayet, kendilerini engelleyici bir durum sebebiyle hicret etmeye imkân bulamayan sahabelerden hicret etme zorunluluğunu kaldırıyordu. Ayet nazil olunca efendimiz (s.a.s) bu ayeti hicret edemeyip Mekke'de kalan müslümanlara göndermişti. İbn Abbas'ın (r.a) haber verdiğine göre kendisi o dönemde çocuktu ve annesi de hicret edemeyen kadınlar zümresindendi. 

Müfessirimiz Mukâtil b. Süleymân'ın aktardığına göre Hz. Peygamberin Mekke'deki müslümanlara ulaştırdığı bu ayeti Cündeb b. Hamza el-Leysî (r.a) isimli zât görünce kendisi çok yaşlı olmasına rağmen çocuklarına şöyle demişti: 

"Ben hicret edemeyecek zayıf kimselerden değilim. Yolu da biliyorum. Bu durumda eğer hicret edemeden ölürsem (emre itaatsizlik etmiş olur ve) sorumlu olurum. Beni taşıyın ve Medine’ye götürün!" 

Bunun üzerine çocukları aslında yürüyemeyecek kadar yaşlı olan bu sahabeyi bir sedyeye koyup Medine'ye doğru götürmeye başlamışlardı. Fakat Cündeb'in (ra) aciz bedeni bu uzun yolculuğa dayanamadı ve hicret yolunda, Tenim dolaylarında vefat etti. 

Efendimiz (s.a.s) ve ashabı Hz. Cündeb'in (ra) durumundan haberdar olunca sahabe efendilerimiz "eğer bize ulaşsaydı Allah onun hicretini tamamlardı" buyurdular. Onların bu sözü üzerine; 

"Kim Allah ve resulü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da sonra ölüm onu yolda yakalarsa artık onun mükâfatını vermek Allah’a aittir. Allah daima günahları örtmektedir, engin rahmet sahibidir." mealindeki Nisa suresinin 100. ayeti nazil oldu.[2]

Bu olaydan kısaca şu iki sonucu çıkarabiliriz: 

1. Ashap efendilerimiz emre imtisâl noktasında bizden çok daha ileri durumdaydılar. Bu durum da onların bizden hayırlı olmalarının ana sebeplerinden bir tanesidir. 

2. Niyetimizde hayırlı bir iş yapmak olursa, şayet muvaffak olamasak dahi temiz niyetimizden ötürü Allah bizi mükafatlandıracaktır. Bu yüzden bize düşen niyetlerimizi halis tutup hayır yolunda karar kılmaktır. 

Dipnotlar:

[1] Buharî, Şehâdât 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rikak 7, Eymân 27 

[2] Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, Dâru'l kütübi'l ilmiyye, Beyrut, 2020, c. 1, s. 252

21 Aralık 2020 Pazartesi

Hz. Ömer'e "el-Fârûk" Lakabı Verilmesinin Ardındaki Olaylar

Hz. Ömer İslam tarihinin en seçkin simalarından biri olmasının yanında aynı zamanda en belirgin simalarından da biri. O daha çok gerek Resûlullah'a (s.a.s) olan üst düzey bağlılığı, gerek nev-i şahsına münhasır üslûbu ve gerekse de kendisine yeni bir boyut kazandırdığı adalet kavramıyla tanınıyor. Öyle ki bugün "adalet" denince akla gelen isimlerin başında Hz. Ömer geliyor.

Hz. Ömer'in adı anıldığında akla gelen ilk lakabı ise "el-fârûk"tur. Öyle ki ondan bahsederken "Ömeru'l Fârûk" deriz. "Fârûk" hakkı batıldan ayıran manasına gelmekte. Bu yüzden hakkı batıldan ayıran kitap Kur'an'a "furkân", yine aynı işlevi gören savaş olan Bedir savaşına da "yevmü'l furkân (hakkı batıldan ayırma günü)" denmiştir. Buhârî'de geçen "Muhammed insanlar arasında bir farktır” (Buhârî, İ'tisâm, 2) şeklindeki rivayette efendimiz de (s.a.s) müminlerle kâfirleri birbirinden ayırdığı için fârûkiyetle nitelenmiştir. Diğer taraftan kaynaklarımızda Hz. Ali’ye Hz. Peygamber tarafından "fârûk" lakabının verildiği kaydedilmektedir. Bu bilgiye istinâden Şiîler'in ona "fârûk" veya "fârûk-u ekber" dedikleri bilinmektedir.

Tüm bunlarla birlikte yukarıda da ifade ettiğimiz gibi "fâruk" lakabı en çok Hz. Ömer'le özdeşleşmiştir. Fakat bu lakabı ona kimin verdiği hususunda farklı görüşler vardır. Hz. Aişe'ye nispet edilen bir rivayete göre bu lakap ona bir soru üzerine Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Bazı kaynaklara göre ise Hz. Ömer Müslüman olunca Müslümanlar 40 kişi olmuşlar ve onun teklifiyle Kabe'ye yürümüşlerdir. İşte hakkı izhar edip batılın karşısına geçen bu tavrı sebebiyle ona Resûlullah (s.a.s)  tarafından "fârûk" lakabı verilmiştir (Geniş bilgi için bkz: Mustafa Fayda, Fârûk, DİA, TDV. Yay., İstanbul, 1995, c. 12, s. 176-177).

Mukâtil b. Süleymân'ın (ö. 150/767) kaleme almış olduğu ve tam bir tefsir eseri olarak elimize ulaşan ilk tefsir olma özelliğini hala koruyan "Tefsîru'l-Kebîr/ Tefsîru Mukâtil b. Süleymân" adlı esere göre ise Hz. Ömer'e bu lakabın verilmesi daha farklı bir olayın ardından olmuştur. Ayrıca buradaki aktarıma göre bu lakabı ona Cebrail (a.s) aracılığıyla bizatihi Allah (c.c) vermiştir. Söz konusu tefsirde aktarılan bilgiler şöyledir: Medine’de bir Yahudi ile Bişr adındaki bir münafık anlaşmazlığa düşmüş, bunun üzerine Yahudi konuyu Hz. Peygamber’e, münafık da Ka'b b. Eşref'e arz etmek istemiş, ancak neticede her ikisi de efendimizin (s.a.s) huzuruna gelmiştir. Hz. Peygamber de onları dinlemiş ve Yahudi lehine hüküm vermiştir. Bişr bu durumdan rahatsız olup konuyu bir de Hz. Ömer’e götürmek istemiş, yanına vardığında da ona "Muhammed aleyhime karar verdi, ben de konuyu sana arz etmek istedim" demiştir. Bunu duyan Hz. Ömer ise Yahudi ve münafıktan izin isteyip bir müddet odasına girmiş,sonra da elinde üzeri örtülü bir kılıç olduğu halde tekrar bu iki zatın yanına gelmiş ve Hz. Peygamberin hükmünü beğenmeyen münafığın kellesini bir hamlede gövdesinden ayırmıştır. Ardından da "Peygamberin hükmünü beğenmeyen kişi hakkında vereceğim hüküm işte budur" demiştir. Bu olay üzerine "Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Onu tanımamaları kendilerine emredildiği halde tâgûtun (Kâb b. Eşref'in) önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları büsbütün saptırmanın yollarını arıyor." mealindeki Nisâ sûresinin 60. ayeti nâzil olmuştur. Cebrâil (a.s) ayrıca bu olay sebebiyle Hz. Ömer’i Allah'ın “fârûk” diye adlandırdığını Hz. Peygambere haber vermiştir. (Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, Dâru'l kütübi'l ilmiyye, Beyrut, 2020, c. 1, s. 238) 

Bu olay sonraları Vâhidî'nin (ö. 468/1076) "Esbâbü'n nüzûl"ü ve Zemahşerî'nin (ö. 538/1144) "el-Keşşâf"ı gibi tefsir sahasının belirleyici eserlerinde zikredilmiş, ayrıca İbnü'l Cevzî'nin (ö. 597/1201) "Tarîhu/ Menâkıbü Ömer b. Hattâb" adıyla Hz. Ömer'in hayatını konu aldığı eserinde de kendisine yer bulabilmiştir.

Rivayetlerin hangisi doğru olursa olsun tüm bu rivayetler Hz. Ömer'in İslam tarihinde ne denli büyük bir şahsiyet olduğunu bizlere bir kez daha göstermiştir.

20 Aralık 2020 Pazar

Tefsir Tarihine Dair Okuma Listesi (Doç. Dr. Mesut Kaya Hoca'dan)

Dün Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mesut Kaya hocamızın tefsir alanında lisansüstü eğitim gören öğrencilere yönelik hazırlamış olduğu 28 kitaplık okuma listesini sizlerle paylaşmıştık. Bugün de yine hocamıza ait olan tefsir tarihine ilişkin 20 kitaplık listeyi sizlerle paylaşıyoruz. Hocamıza teşekkür ediyor, öğrencilere başarılar diliyoruz.

Tefsir Tarihi'ne Dair Okuma Listesi (20 kitap)

1. Bergamalı Cevdet Bey: Tefsir Tarihi

2. Ömer Nasuhi Bilmen: Büyük Tefsir Tarihi

3. Edirnevî: Tabakâtü'l-Müfessirîn

4. Taşköprizade: Miftahu's-Saâde (Mevzuatü'l-Ulûm), İlmü Tefsiri'l-Kur'ân bölümü

5. Fadıl b. Aşur: Ana Hatlarıyla Tefsir Tarihi (et-Tefsîr ve Ricâlüh)

6. İsmail Çalışkan: Tefsir Tarihi

7. Muhsin Demirci: Tefsir Tarihi

7. İsmail Cerrahoğlu: Tefsir Tarihi

8. M. Hüseyin ez-Zehebî: et-Tefsir ve'l-Müfessirûn

10. Adil Nüveyhid: Mu'cemü'l-Müfessirîn

11. Süyûtî: Tabakâtü'l-Müfessirîn

12. Dâvûdî: Tabakâtü'l-Müfessirîn

13. İbrahim Rufeyde: en-Nahv ve Kütübü't-Tefsîr

14. Fuad Sezgin: GAS (Târîhu't-Türâsi'l-Arabî)'nin Ulûmu'l-Kur'ân Bölümü

15. Goldziher: Die Richtungen der Islamischen Koranauslegung (Mezâhibü't-Tefsîri'l-İslâmî/ İslam Tefsir Ekolleri)

15. Ziya Demir: Osmanlı Müfessirleri

16. Muhammed Coşkun: Tefsirin İlk Çağları

17. M. Taha Boyalık: Keşşaf Literatürü

18. Mesut Kaya: Tefsir Geleneğinde el-Keşşâf

19. JMS Baljon: Kur'an Yorumunda Çağdaş Yönelimler

20. Abdulhamit Birışık: Hint Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri



19 Aralık 2020 Cumartesi

Tefsir Alanında Çalışanlar İçin Yeni Bir Okuma Listesi (Doç. Dr. Mesut Kaya Hoca'dan)

Çoğu zaman çalıştığımız alanda ne okuyacağımızı bilemeyiz. Eğer bu konuda danışacak, alanında yetkin bir hoca da bulamazsak bir türlü kendimize bir başlangıç noktası belirleyemeyiz. Neyse ki bizi bu çıkmazdan kurtaran kıymetli hocalarımız ve onların hazırlamış oldukları okuma listeleri var. Bugün sizlerle o listelerden birini paylaşacağım. Bu liste tefsir alanında yüksek lisans ve doktora yapmak isteyenlere özel olarak hazırlanmış bir liste. Listenin sahibi Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarımızdan Doç. Dr. Mesut Kaya hocamız. Kendisine bu kıymetli listeyi hazırlayıp bizlerle paylaştığı için teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dileriz. İstifadeli olması temennisiyle.

Tefsir Okuma Listesi (28 kitap)

1. Fethi Ahmet Polat: Çağdaş İslam Düşüncesinde Kur'an'a Yaklaşımlar

2. Harun Öğmüş: Kur'an Yorumunda Şiirin Yeri

3. Yusuf Işıcık: Kur'an'ı Anlamada Temel İlkeler

4. Ali Akpınar: Kur'an Coğrafyası

5. Yusuf Işıcık: Kuran'ı Anlamada Temel Bir Problem Te'vil

6. Sait Şimşek: Kur'an Kıssalarına Giriş

7. Mehmet Paçacı: Klasik Tefsir Neydi?

8. M. Akif Koç (ed): Tefsire Akademik Yaklaşımlar (2)

9. Mustafa Öztürk: Kur'an Dili ve Retoriği

10. Atik Aydın: Taberi'nin Kur'an'ı Yrmlm Ynt.

11. M. Akif Koç: Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri

12. Tahsin Görgün: Anlam ve Yorum

13. Tahsin Görgün: İlahi Sözün Gücü

14. Dücane Cündioğlu: Kur'an'ı Anlamanın Anlamı

15. Dücane Cündioğlu: Anlam'ın Tarihi

16. Dücane Cündioğlu: Anlamın Buharlaşması

17. Dücane Cündioğlu: İlahi Hitabın Tabiatına Dair

18. Dücane Cündioğlu: Kur'an Çevirilerinin Dünyası

19. Mesut Kaya: Tefsir Geleneğinde el-Keşşaf

20. Muhammed Coşkun: Tefsirin İlk Çağları

21. M. Taha Boyalık: Söz, Dil ve Fesahat

22. Nasr Hamid Ebu Zeyd: İlahi Hitabın Tabiatı

23. Talip Özdeş: Maturidi'nin Tefsir Anlayışı

Kıraat ve Kur'an Tarihi hakkında birkaç eser:

1. Mehmet Emin Maşalı: Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi

2. Abdurrahman Çetin: Yedi Harf ve Kıraatler

3. İsmail Karaçam: Kıraat İlminin Kur'an Tefsirindeki Yeri

4. Mehmet Emin Maşalı: Kur'an'ın Metin Yapısı

5. Muhsin Demirci: Kur'an Tarihi

18 Aralık 2020 Cuma

"Ölümün Dört Rengi" Kitabının Temaşası

"Dücane Cündioğlu" denilince herkesin söyleyecek birkaç sözü oluyor genelde. O kimine göre samimi bir hakikat yolcusu, kimine göre de -aslında evet böyleyken-, 5 Şubat 2011'de kaleme aldığı "son günahım"dan sonra hakikati talihsiz bir şekilde ıskalayan ve girdiği yol itibariyle onu asla bulması da mümkün olmayacak olan bir düşünür. Fakat buna rağmen ikinci grupta olanlar onun eski konuşmalarını ve yazılarını hatırlayınca derin bir "âh" ederek "keşke böyle olmasaydı, Allah istikametten ayırmasın" diye iç geçiriyorlar acı acı. Bense bu konuda herhangi bir şey söylememeyi tercih ediyorum. Ama benim de duam o yönde; "Allah istikametten ayırmasın bizleri."
Bu yazıda sizi Dücane Cündioğlu'nun yakın bir zamanda okuma fırsatı bulduğum "Ölümün Dört Rengi" adlı kitabıyla tanıştıracağım. Tanıştıracağım dedimse tadımlık birkaç cümlesini sizin için derleyip alıntılayacağım. Artık bundan öte bir ilgi tamamen sizin tercihinize kalmış.
Kitap ilk baskısını Aralık 2009'da yapmış. Kim ne derse desin, içindeki tavsiyelerin güzelliği sebebiyle oldukça tesirli bir kitap bu; şöyle her şeyi bırakıp okunması gereken, satır aralarında kendinizi bulabileceğiniz bir kitap. Buyurun başlayalım öyleyse.

1. "Hakikati avucunuzun içine alamazsınız. Ona ancak parmaklarınızı değdirebilirsiniz. Parmaklarınızın uçlarını. Parmak uçlarınızı."
2. "Sadece Kadir gecesinde, Beraat gecesinde değil, her gece kendini ara. Elinde kandille."

3. "Kendimin peşindeyim. Kendimin, yani hakikatin. Hakikatimin. Tüm güçlü ve zayıf taraflarımla kendimin. Yoldaşsız bir yolda. Tek kişilik bir yolda. Herkes gibi. Yalnız. Yürüyorsam düşe kalka, bil ki ısrarımdan. Israr etmek zorundayım. Evet, kendimde ısrar ediyorum. Yolumda. Çaresizim. Yaralıyım. Kendimle aramdaki mesafeyi kapatmak zorundayım. Büyüklerim gibi. Büyüklerin gibi. Efendimiz gibi. Ölmek zorundayım. Bir an önce. Hiç değilse, ölmeden önce."

4. "Başkalarıyla arandaki mesafeyi boş ver de bak bakalım, kendinle arandaki mesafe nicedir?"

5. "Ey tâlib! Putlarını terk et, çünkü hepsi seni bir gün terk edecekler. Sen seni terk etmeyecek olanı ara!"

6. "Kudret, sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı. Peki Allah'ın güç yetiremediği bir şey var mı? Ünlü ressam Van Gogh şöyle diyor: "Her şeye kâdir olan Tanrı, asla bir günahkârı terk edemez!"

7. “Masumiyet senin kârın değil, sen insansın.”

8. "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Çünkü şey sade görünenden ibaret değildir."

9. Yapacağın en son şey ey talip, şeytanı hafife almak olsun, şeytanını!"

10. "'Başkalarının günahı ile aziz olamazsın!' der Çehov."

11. "O hâlde sen ey çocuk; gülme, çaresizim. Yaralıyım."

12. "Zamanı gözlemekten vazgeçmeli. Asıl ânı seyretmeli. Hep ânı. Çünkü hakikatte var olan ândır sadece. Hakikat ehli zamanı zamana bırakıp âna nazar eder. Her daim ânı seyreder. Hakikat ânlıktır. Bundan dolayıdır ki hakikat ehli hakikati ânda seyreder."

13. (Ölümün dört rengi) "Evvelâ 'kırmızı ölüm', mevt-i ahmer. Hırs ve ihtirasların ölümü, alışkanlıkların. Alışkanlıklardan dolayı oluşmuş yakınlıkların ölümü. İikincisi 'beyaz ölüm', mevt-i ebyaz. Bu da iştahın ölümü; tokluğun, tıkınmanın. Açlığı tatmanın, açlığın lezzetine kavuşmanın bir diğer adı da 'beyaz ölüm'. Yemeden içmeden bile bile kesilmenin, özgürlüğün adı. Üçüncüsü 'yeşil ölüm', mevt-i ahder. Kıyafetin ölümü. Giyimden, kuşamdan uzaklaşmak. Libâsı terk etmek. Her türlüsünü. Ölümün son rengi 'siyah' ey tâlib, mevt-i esved. Artık kurtulmak, ayrılmak, kaçınmak, yapmamak söz konusu değil. Yani 'siyah ölüm', bir eylemsizlik değil, negatif bir eylem ise hiç değil. Bilâkis halkın arasına girmek, halkın içinde yaşamak, halkın ısdırabını yüklenmek demek 'siyah ölüm'."

14. "Hüznüme sahip çık ey tâlib!"

15. "Neye alıştıysa ondan ayrılmak zorundadır insan. Ayrılık adam eder insanı. Mahrumiyetler kemâlât tevlîd eder. Yani insanı olgunlaştıran, kemâle erdiren yoksunluklarıdır."

16.  "İnsan kolay kolay tanrılaşamaz ama tanrılaştırır. Mükemmelleşemez ama mükemmelleştirir, idealize eder. Sen hürmet edeceksen eğer insanın eksik ve kusurlarına hürmet edenlere hürmet et. Bitmemişliği/ tamamlanmamışlığı fazilet bilenlere."

17. "Tekâmül eden henüz tamamlanmamıştır, ama tamamlanacaktır. Süreç henüz devam etmektedir, sona ermemiştir. Oysa tekemmül edenin yolculuğu bitmiş, kemâle ermiştir. Bu yüzden insan için söz konusu olan tekemmül değil tekâmüldür."
18. (Kitabın son cümlesi) "Sakın zahire bakıp aldanmayın. Yüzümüzün karalığı sevgiliye ihanetten değil, balçık deryası içindeki hayaline bir ömür boyu secde etmektendir."

/Dücane Cündioğlu, "Ölümün Dört Rengi", Kapı Yay., İstanbul, 2019.

15 Aralık 2020 Salı

Sahabe Efendilerimizin Hz. Peygambere Olan Muhabbet ve Bağlılıkları

Dün Mukâtil b. Süleymân'ın (ö. 150/767) tefsirini okuyordum ve Nisa suresi 69. ayetin tefsirinde beni çok etkileyen bir olayla karşılaştım. Bu kitap günümüze kadar ulaşan ilk tam tefsir kitabı olması bakımından ayrı bir öneme sahip. Bu kitapta anlatılan ve sizlerle paylaşacağım olayı bilenleriniz elbette ki vardır. Fakat bu olay öyle üst bir muhabbet eşiğinden haber veriyor ki bize gerçekten dilden dile dolaşsa sezâdır diye düşünüyorum.
Birazdan aktaracağım pasajda sahabe efendilerimizin resûllaha duydukları bağlılığın ne derecelerde olduğunu bir örnek özelinde görme fırsatı yakalayacağız. 

Sâhibü'l Ezân Nâm Sahabe Abdullah b. Zeyd el-Ensârî (r.a) 
Müfessirimiz Mukâtil b. Süleymân'ın anlattığına göre efendimiz (s.a.s) bir gün, ezân-ı şerifi rüyasında görüp bugünkü haliyle okunmasına vesile olduğu için "sâhibü'l ezân" lakabıyla meşhur Abdullâh b. Zeyd el-Ensârî'yi (r.a) bir köşede ağlarken görüyor ve neden ağladığını soruyor. Abdullah b. Zeyd de (r.a) cevaben:
Yâ Resûlallâh! Senin yanından ayrıldığımda seni çok özlüyorum ve gelip seni görmeden edemiyorum. Sonra aklıma bir gün sizin de bizim de vefat edeceğimiz; sizin peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacağınız, bizim ise eğer cennete girsek bile aşağı makamlarda kalacağımız aklıma geliyor. İşte bu yüzden ahirette seni göremeyeceğim için ağlıyorum." diyor. 
Peygamber efendimiz de (s.a.s) bu durum karşısında ziyadesiyle kederleniyor ancak cevap veremiyor. 
Bu olayın ardından, “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel dostlardır!" mealindeki Nisa suresi 69. ayet-i kerîme nâzil oluyor. 
Müfessirimiz burada Abdullah b. Zeyd'den (r.a) bahsederken aynı zamanda hepimiz için güzel bir teselli olan bu ayetin sebeb-i nüzul bilgisini aktarıyor bizlere. Fakat benim sizlerle paylaşmak istediğim asıl bölüm burası değil. Ben sizlere bu zatın Hz. Peygamberi ne şiddetli sevdiğini gösteren aynı sayfadaki bir diğer olayı aktarmak istiyorum.
Müfessirimizin anlattığına göre Abdullah b. Zeyd el-Ensârî hazretleri bir gün bahçesinde çalıştığı bir esnada oğlu nefes nefese gelip büyük bir üzüntü ile resûlullâhın (s.a.s) vefat haberini ulaştırıyor kendisine. Bu acı haberle ciddi manada sarsılan Abdullâh b. Zeyd de (r.a) o anda; “Allah’ım! Şimdi beni kör et ki gözlerim bundan böyle tek sevdiceğim olan Resûlullah'tan başka kimseyi göremesin.” diye dua ediyor.
İçtenlik ve samimiyetle yapılan bu dua kabul oluyor ve Abdullah b. Zeyd'din (r.a) gözleri oracıkta görmez oluyor. Hz. Osman döneminde de vefat ediyor (İsmail Lütfi Çakan, "Abdullah b. Zeyd b. Sâlebe", DİA, TDV Yay., İstanbul, 1998, c. 1, s. 144). Allah kendisini rahmet deryâlarına gark eylesin. 
Abdullah b. Zeyd bu tavrıyla bizlere Fatih Sultan Mehmed'in,
"Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı yâ resûlallah?" dediği gibi "Sana bakmayan, seni görmeyen gözü neyleyim ya resûlallah?" diyor. 
Günümüzde neredeyse kendimizi Hz. Peygamberle denk tutmaya kalkışan bizler bu sevgiyi anlayamayız, anlayamayacağız. 
Allah efendimizi sevmenin doruk noktasını bizlere gösteren sahabe efendilerimizden razı olsun. Efendimize komşu olmak inşallah bizlere de nasip olsun.

Kaynak: Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, Dâru'l kütübi'l ilmiyye, Lübnan, 2003, c. 1, s. 240.

13 Aralık 2020 Pazar

Modern Bir Tefsir Usulü Kaynağı Olarak Mennâ Halîl el-Kattân’ın “Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân” Adlı Eserinin Değerlendirilmesi

Özet: 

Kadim dönemlerden beri Kur’an’ın doğru anlaşılmasını sağlamak amacıyla tefsir ulemâsı tarafından bu alanda düşünmenin asgarî müştereklerini içeren tefsir usulü ve ulûmü’l Kur’an türü eserler yazılagelmiştir. Ancak ne var ki geçen zaman içerisinde konuşulan dilin ve günlük yaşam şartlarının farklılaşması insanların geçmiş dönemlerde yazılmış olan bu eserlerdeki kavramları tam olarak anlayamamalarına ya da esaslı bir anlama çabasına girişebilmek için yeterli zaman ayıramamalarına sebep olmuştur. Bu durum da Kur’an’ın anlaşılmasına olanak sağlayacak öncülleri barındıran yeni usul eserlerinin yazılmasını gerektirmiştir. 
Çeşitli alanlarda yetkin bir alim olan Mennâ Halîl el-Kattân’ın yazmış olduğu ve bizim de makalemize konu edindiğimiz “Mebâhis fi ulûmi’l-Kur’an” adlı eser işte tam da bu amaca hizmet eden modern bir tefsir usulü eseri olması bakımından üzerinde durulmayı hak eden bir eserdir. Söz konusu eserin karşılaşmış olduğu yoğun ilgi bizde bu intibahı ortaya çıkaran sebeplerden bir diğeridir. 

Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’an, Usûl, Mebâhis, el-Kattân.

Giriş 
Cebrail aracılığıyla Hz. Peygamber’e intikal eden Kur’an-ı Kerim, ilk günden günümüze varıncaya kadar muhatapları tarafından anlaşılmaya ve yaşanmaya çalışılmıştır.[1] Esasında Hz. Peygamber hayatı boyunca bu yüce kitabın nasıl anlaşılması gerektiğini ashabına öğretmiştir.[2] Fakat onun vefatıyla başlayıp İslam topraklarının genişlemesiyle devam eden süreçte pek çok alanda olduğu gibi Kur’an’ın anlaşılması noktasında da birtakım görüş ayrılıkları yaşandığı gerçeği câlib-i dikkat bir husustur.[3] Öyle ki bu görüş ayrılıkları henüz Kur’an’ın kıraatine[4] ilişkin en temel konulardan başlamak üzere zamanla; nâsih-mensuh[5], muhkem-müteşâbih[6] ve garîbü’l-Kur’an[7] gibi direkt olarak Kur’an yorumuna etki edecek konulara varıncaya kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkmaktadır.[8] İşte bu durum da hicri üçüncü asırdan itibaren günümüze kadar tefsir ulemasını bu alanda eserler yazmaya itmiştir.[9] Onlar oluşturmaya başladıkları tefsir usulü ve ulûmu’l-Kur’an literatürüyle tartışmaları ortadan kaldırarak Kur’an üzerinde yapılacak düşünce faaliyetini sistematize edip ona belirli bir disiplin kazandırmayı hedeflemişlerdir.[10]

Bu amaca matuf olarak hazırlanan ilk eser Hâris el-Muhâsibî’nin (ö. 243/857) yazmış olduğu “el-Akl ve fehmü’l Kur’ân” aldı eserdir. Bu eseri kendisinden üç asır sonra İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 597/1201) “Fünûnu’l-efnân fî uyûni ulûmi’l-Kur’ân”ı takip etmiştir. Aralarında yalnızca bir asır olan Zerkeşi’nin (ö. 794/1392) “el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân”ı ve Suyûtî’nin (ö. 911/1506) “el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân”ı da bu alanın en önemli eserlerinden sayılmaktadır.[11]

Bizim bu makalede ele alacağımız Mennâ Halîl el-Kattân’ın (ö. 1999) “Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’ân” adlı eseri ise Kur’ân ilimlerinin temel konularını anlaşılabilir bir üslupla değerlendiren modern bir tefsir usulü ve ulûmu’l Kur’an eseridir. Onun bu sahada özellikle Arap dünyasında mazhar olduğu yoğun ilgi ve alaka bizi bu eser hakkında inceleme yapmaya sevk etmiştir.[12] Bu yönüyle bu eserin Arap dünyasındaki tefsir algısını önemli manada etkilediğini ve bu sebeple de müellifi ve kendisi açısından incelenmeye değer bir eser olduğunu düşünmekteyiz.

1. Mennâ Halîl el-Kattân 
Mennâ Halîl el-Kattân 1925 yılı Ekim ayında Mısır’ın Menûfiye vilâyetinin Üşmûne şehrine bağlı Şinşevr köyünde doğdu. Hafızlığını burada tamamladıktan sonra ilk eğitimini yine burada aldı. Şebînülkûm şehrinde Ezher’e bağlı el-Ma’hedü’d-dînî’de okudu. Ardından Kahire’de kaydolduğu Külliyyetü’l-usûli’d-dîn’den 1951’de artık ders verebileceğini ifade eden “âlimiyye” diplomasıyla mezun oldu. 1958’de Riyad’da Şeriat Fakültesi ve Arap Dili Fakültesi’nde hocalık yaptı. İlmî şahsiyetiyle Kral Faysal’ın takdirini kazanması üzerine 1974’te Suudi vatandaşlığına kabul edildi ve kendisine diplomatik pasaport verildi. Uzun yıllar eski Riyad Havaalanındaki büyük camide hutbe okudu. Birçok İslâm ülkesinde düzenlenen kongre ve sempozyumlara katıldı. Riyad İmam Muhammed b. Suûd, Mekke Ümmülkurâ ve Medine İslâm üniversitelerinde doktora ve yüksek lisans tez jürilerinde bulundu; kendisi de çok sayıda doktora ve yüksek lisans tezi yönetti. 19 Temmuz 1999’da Riyad’da vefat eden Kattân, Mekâbirünnesîm’e defnedildi.[13]

2. Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân 
Yukarıda belirttiğimiz gibi tefsir usulü ve ulûmü’l Kur’an sahasına dahil bir eser olan “Mebâhis fi ulûmi’l-Kur’an”, Mennâ Halîl el-Kattân tarafından kaleme alınmıştır. Eserin ilk baskısı Kahire’de 1981 yılında yapılmıştır. Bu çalışmayı yaparken yararlandığımız baskı iki mukaddime ve yirmi altı bölüm olmak üzere 362 sayfadan oluşan ikinci baskıdır. Eserde Kur’an tarihi, Kur’an ilimleri ve tefsir tarihi gibi tefsir ilminin üç temel konusu ele alınmış ve bu konular yeterli derecede, herkesin anlayabileceği bir biçimde okuyucuya sunulmuştur.[14] Esesan onu etkileyici ve başarılı kılan en temel özelliği de işte budur. 

2.1. Eserin Bölümleri 
Çalışmamızın bu kısmında “Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’an”ı muhtevası bakımından panaromik bir bakış açısıyla bölüm bölüm inceleyerek onun tefsir sahası için ne denli önemli bir eser olduğunu gözler önüne sermeye çalışacağız. 

2.1.1. Birinci Bölüm 
Müellif kitabın birinci bölümünde Kur’an ilimleri ve tefsir usulünün tarifini, ortaya çıkışını ve gelişimini ele almıştır. Bu kapsamda Hz. Peygamber döneminde Kur’an’dan başka bir şeyin yazılıp yazılmadığını, Kur’an’ın ne kadarının tefsir edildiğini açıklamıştır. Ayrıca tabiîn dönemindeki tefsir faaliyetlerinin sadece sözlü rivayete dayandığını da hatırlatarak tedvin çağı denilen hicri ikinci asırda hadisin çeşitli bölümleriyle tedvin edilmesi işinin başladığından, bu tedvin işleminde tefsire ilişkin rivayetlerin de toplandığından bahsetmiştir. Bu bilgiyi aktardıktan sonra bazı âlimlerin ayetlerin tertibine uygun olarak kâmil manada Kur’an’ı tefsir ettiklerini ve bunların en meşhurunun İbn-i Cerîr et-Taberî (ö. 310/923) olduğunu söylemektedir. 

Müellif son olarak tedvin döneminde Kur’an’la ilgili özel konuları içeren bazı eserler telif edildiğini, bu eserlerin isimlerini ve müelliflerini zikrettikten sonra bu araştırma ve konuların hepsine “ulûmu’l Kur’an” dendiğini belirtir ve ikinci bölüme geçer.[15]

2.1.2. İkinci Bölüm 
Müellif kitabın ikinci bölümünde “Kur’ân” başlığı altında Kur’an’ın özelliklerini, sözlük ve terim anlamını, Kur’an kelimesinin menşei hakkındaki çeşitli bilgileri aktararak Kur’an’ın isimlerini ve sıfatlarını açıklamaktadır. Öte yandan vahiyle ilişkili bir konu olması hasebiyle hadis-i kutsî ve hadis-i nebevînin sözlük ve terim anlamlarını verip bunlarla Kur’an arasındaki farkları anlatmaktadır.[16]

2.1.3. Üçüncü Bölüm 
Müellif tarafından ilk iki bölümde yukarıda zikrettiğimiz temel konulara değinildikten sonra bu bölümde ise vahyin mümkün oluşu ve meydana gelişi anlatılarak vahyin sözlük ve terim anlamları, Allah’ın vahyetmesinin keyfiyeti ve bu konudaki görüşler aktarılmış; inkârcıların vahye karşı olan şüpheleri ayetlerden deliller getirilerek bertaraf edilmeye çalışılmıştır.[17]

2.1.4. Dördüncü Bölüm 
Çalışmanın dördüncü kısmında ise sure ve ayetlerin Mekkî ve Medenî oluşları hakkında bilgiler vermiştir. Bu bağlamda Mekkî ve Medenî’yi bilmenin faydaları, sure ve ayetlerin Mekkî ve Medenî olarak kabul edilmelerindeki kriterlerden bahseden müellif, bu bilgilerin ardından bunları bilmenin tefsire ne gibi yararları olacağı konusunda da oldukça kıymetli izahlar[18] yapmaktadır.[19]

2.1.5. Beşinci Bölüm 
Bu bölümde ilk ve son inen ayet ve sureler hakkında tefsir ulemasının görüşleri dikkate alınarak malumat verildiği görülmektedir. Ardından bölüm ilk ve son inen ayetleri bilmenin faydaları mevzuuna temas edilerek bitirilmektedir.[20]

2.1.6. Altıncı Bölüm 
Eserin altıncı bölümünde sebeb-i nüzul ile alakalı konular işlenmiştir. Bu bağlamda âlimlerin bu ilme önem verdikleri ve hakkında eserler telif ettikleri ifade edilmektedir. Öte yandan müellif burada sebeb-i nüzulü, “Ayetin inişine sebebiyet veren bir olayın meydana gelmesi veya Resûlullah’a bir şey sorulduğunda bunun üzerine meselenin hükmünü açıklayan ayetlerin nazil olması” şeklinde tarif etmiştir. Ardından müellif tefsir usulün vazgeçilmez kurallarından olan “sebebin husûsî olmasına değil, lafzın umûmî olmasına itibar edilir” kaidesi hakkında izahlar yapmıştır. Bu bölüm sebeb-i nüzul sigalarının anlatılmasıyla sona bulmaktadır.[21]

2.1.7. Yedinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Bölümler 
Müellif çalışmanın yedinci, sekizinci ve dokuzuncu bölümlerini Kur’an tarihine ayırmıştır. Bu bağlamda ayet ve surenin ne anlama geldiği, Kur’an’ın nüzulü, müneccemen ve tedrîcen nazil oluşu, âlimlerin bu konudaki görüşleri, Kur’an’ın cem’i ve istinsâhı gibi konular eserin sözünü ettiğimiz bölümlerinde kendilerine yer bulabilmişlerdir.[22]

Müellif bu bölümlerde ayrıca ayetlerin sureler içindeki tertibi, Resm-i Osmanî’nin tanımı ve daha sonraki kuşakların Kur’an hattı üzerinde yaptıkları harekeleme, noktalama, durak alametlerinin ve secavendlerin konması gibi çalışmalardan da söz etmektedir. Bunlara ilaveten Kur’an’ın yedi harf üzere inmesindeki hikmetler de yine zikredilen bölümlerde anlatılmaktadır.[23]

2.1.8. Onuncu bölüm 
Eserin onuncu bölümünde kıraatlerden bahsedilmektedir. Bu kapsamda kıraatin ıstılah manası “Kur’an’ı telaffuz mezheplerinden bir mezhep olup kurrâ imamlardan bir imamın başkasına muhalif olarak tuttuğu yoldur” şeklinde açıklanarak kıraatlerin tarihi hakkında bilgi verilmektedir. Bu bölüm “vakıf ve ibtidâ”, “tecvîd ve tilâvet adabı”, “Kur’an öğretimi ve karşılığında ücret almak”[24] konuları anlatılarak sona erdirilmektedir.[25]

2.1.9. On Birinci Bölüm 
Kitabın on birinci bölümünde bir müfessirin bilmesi gereken konular açıklanmıştır. Bu konular sırasıyla şunlardır: Zamirler, marife-nekre, müfred-cem, Kur’an’da müterâdif sayılan ama müterâdif olmayan (haşyet-havf gibi) kelimeler, uslûbu’l Kur’an, atıf ve kısımlarıdır. Eserde bu konular Kur’an ayetlerinin delaletiyle etraflıca izah edilmeye çalışılmıştır. Ardından sırasıyla “feale”, “kâne”, “kâde”, “ceale”, ve “lealle” lafızlarının manaları açıklanmıştır.[26]

2.1.10. On İkinci ve On Üçüncü Bölümler 
Çalışmanın on ikinci ve on üçüncü bölümlerinde Kur’an lafızları açıklanmıştır. Bu bağlamda “muhkem”, “muteşabih”, “âmm”, “has” başlıkları açılarak bu başlıklar altında lafızlar konusu oldukça geniş bir biçimde irdelenmiştir.[27]

2.1.11. On Dördüncü ve On Beşinci Bölümler 
Eserin on dördüncü bölümünde tefsir usulünün problematik konularından “nâsih- mensûh konusu işlenmektedir. Müellif girişte nâsih ve mensûh hakkında bilgi verdikten sonra neshin tarifi ve şartları, terim anlamı, hakkında nesh vaki olan ayetler, nâsih ve mensûhu bilmenin yolları ve ehemmiyeti, nesh hakkındaki görüşler ve sübutunun delilleri, bu konudaki ihtilaflar, neshin kısımları, Kur’an’daki neshin çeşitleri ve hikmeti konularını bütüncül bir şekilde değerlendirerek[28] bölümü bitirmektedir.[29] On beşinci bölümde ise “mutlak”-“mukayyed” konusu anlatılmaktadır.[30]

2.1.12. On Altıncı Bölüm 
Eserin on altıncı bölümünde “mantûk” ve “mefhûm” başlığı yer almaktadır. Bu başlıklar altında bu kavramların terim anlamları zikredilerek lafızların mana ve hükümlere delalet etme yolları “nass”, “zâhir”, “müevvel”, “nassın işâreti”, “nassın iktizâsı” ve “mefhumun kısımları” bölümlerinde incelikleriyle beyan edilmiştir. Ayrıca müellifin burada lafızların mana ve hükümlere delalet etme yollarından olan “nassın ibaresi” ve “nassın delaleti” konularına da değindiği görülmektedir.[31]

2.1.13. On Yedinci ve On Sekizinci Bölümler 
Kitabın bu bölümleri “Kur’ân’ın î’câzı”[32] ve “emsâlü’l Kur’ân”[33] konularına ilişkindir. Bu bağlamda Kur’an’ın benzersiz bir metin olduğu ve belâğât yönünden bahsedilerek Kur’an’da verilen misaller incelenmektedir. 

2.1.14. On Dokuzuncu, Yirminci ve Yirmi Birinci Bölümler 
Kitabın bu bölümlerinde sırasıyla Kur’an’da geçen “kasem şekilleri”nden[34], “cedelü’l Kur’an”dan[35] ve “Kur’an kıssaları”ndan[36] bahsedilmektedir. 

2.1.15. Yirmi İkinci Bölüm 
Kitabın yirmi ikinci bölümünde Kur’an’ın tercüme edilmesi meselesi genel hatlarıyla ele alınmıştır. Müellif burada tercümeyi “Bir kelamın manasını diğer lisanda dengi bir tabirle aynen ifade etmek” şeklinde açıklamış, çeşitlerinin ise “harfî” ve “tefsîrî” olmak üzere iki tane olduğunu belirtmiştir.[37]

2.1.16. Yirmi Üçüncü Bölüm 
Bu bölümde Kur’an’ı anlama meselesinde çok önemli iki kavram olan “tefsîr” ve “te’vîl” kelimeleri üzerinde durulmuştur. Eserde tefsir ve tevil kelimelerinin lügat ve ıstılah manaları verildikten sonra tevil ile tefsir arasındaki farklar anlatılmış, bu iki kelimenin zamanla birbirlerinin yerine kullanılır hale geldiği vurgulanmıştır.[38]

2.1.17. Yirmi Dördüncü ve Yirmi Beşinci Bölüm 
Bu bölümlerde müellif bir müfessirde bulunması gereken özellikleri maddeler halinde sıralayarak müfessirin uyması gereken esasları açıklamıştır.[39] Buna ilaveten müellif “Hz. peygamber ve ashabı zamanında tefsir”, “tabiîn asrında tefsir ve tedvin” başlıkları altında bu ilmin doğuşunu ve gelişimini detaylı bir şekilde açıklamıştır. Meşhur tefsir kitapları ve modern dönemdeki bazı tefsirlerin değerlendirilmesi de yine bu bölümlerde yapılmıştır.[40]

2.1.18. Yirmi Altıncı Bölüm 
Kitabın bu son bölümünde müellif, bazı meşhur müfessirlerin hayatları ve eserleri hakkında bilgiler vererek kitabını bitirmiştir.[41]

Çalışmamızın başından beri incelemeye çalıştığımız “Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’an” adlı eser işte bu bölümlerden ve içeriklerden oluşmaktadır. 

Değerlendirme ve Sonuç 
Mennâ Halîl el-Kattân’a ait “Mebâhis fî ulûmi’l Kur’ân” adlı eser hakkında kısa bir değerlendirme yapacağımız bu son bölümde öncelikle bu eserin tefsir, hadis ve diğer ilimlerden pek çok seçkin kaynağa müracaat eden oldukça kıymetli bir eser olduğunu söylemeliyiz. Öyle ki müellif kitabının son kısmında başvurduğu otuz sekiz adet temel kaynaktan bahsetmektedir.[42] Bu durum da hiç şüphesiz eserin değerine değer katmaktadır. Çalışma boyunca bizim satır aralarında görebildiğimiz başat kaynaklar ise Zerkeşî’nin “el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’an”ı ve Suyutî’nin “el-Itkan fî ulûmi’l-Kur’an”ıdır. Müellif eserinde daha çok bu iki kaynağa müracaat etmiştir. 

Eseri değerli kılan bir diğer özellik ise kolay bir ibareye ve akıcı bir üsluba sahip olması nedeniyle tefsir usulünün en karmaşık konularını dahi suhûletle ilim tâliplerine aktarabilmesidir. Bu yönüyle eserin başta zikrettiğimiz yazılış amacına uygun bir nitelik taşıdığını söyleyebiliriz. 

Eserde üzerinde tartışma vaki olan konular anlatıldıktan sonra mutlaka o konudaki şüpheler ve ithamlar teker teker ilmî bir üslupla incelenmiş ve bu ithamlara karşı cevaplar üretilmiştir. Öte yandan yine her konunun sonunda anlatılan mevzuyu bilmenin faydalarıyla alakalı ilim tâliplerini teşvik edici mahiyette müstakil başlıklar açılmıştır. Ayrıca eserde yoğunluklu bir Kur’an ve tefsir tarihi anlatımı yapılmaktadır. 

Özetle bu eser zor konuları kolayca anlatmayı başaran, konuların önemini kavratan ve ithamlara cevap verebilen, bünyesinde nitelikli bir Kur’an ve tefsir tarihi anlatımı barındıran güçlü bir eserdir. Bu yönleri göz önünde bulundurulduğunda eserin görünürlüğünün ve şöhretinin neden bu denli hızlı arttığı rahatlıkla anlaşılabilmektedir. “Mebâhis” bu özellikleriyle modern bir tefsir usulü kaynağı olarak karşımızda durmaktadır. 

DİPNOTLAR

[1] Mustafa Özel, “Elmalılı’nın Mealinin Bazı Özellikleri”, Diyanet İlmi Dergi (Kur’an Özel Sayısı), Ank., 2012, s. 553. 
[2] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ank., 2013, s. 260. 
[3] Sait Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, İst., 2014, ss. 42-43. 
[4] Muhammed Mustafa el-A’zamî, Kur’an Tarihi, İz Yayıncılık, İst., 2018, s. 199; Muhsin Demirci, Kur’an Tarihi, MÜİF. Vakfı Yay., İst., 2017, s. 198-199; M. Zahid el-Kevserî, “Yedi Harf Nedir?”, (Çev. Yunus Ekin), Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, S: 6, s. 108; Abdurrahman Çetin, “Kur’an-ı Kerîm’in İndirildiği Yedi Harf”, İslâmî Araştırmalar, 1987, cilt: 1, S: 3, s. 71. 
[5] Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebû Bekr b. Muhammed es-Süyûtî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’an, Mektebet-ü Dâri’t-Türâs, Kâhire, 2010, s. 597; Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, Beyan Yay., İst., 2016, s. 97; Sait Şimşek, Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, Kitap Dünyası, Konya., 2016, s. 97. 
[6] Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Mısır, 1945, cilt. 11, s. 123; Şükrü Özbuğday, “Kur’an-ı Kerim’deki Muhkem-Müteşabih Ayrımının İncelikleri”, Diyanet İlmi Dergi, 1999, cilt: 35, S: 3, ss. 31-32. 
[7] Muhsin Demirci, Tefsir Usûlü, MÜİF. Vakfı Yay., İst., 2010, s, 155-156; Sadreddin Gümüş, “Garîbü’l-Kur’ân Tefsirinin Doğuşu”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987-1988, S: 5-6, s. 10. 
[8] Muhsin Demirci, Konulu Tefsire Giriş, MÜİF. Vakfı Yay., İst., 2013, s. 16-19. 
[9] Muhsin Demirci, “Tefsir Usûlünün Temel Kaynakları”, Kur’an Mesajı: İlmi Araştırmalar Dergisi, 1999/2, cilt: 2, S: 22, 23, 24, s. 171. 
[10] Muhammed b. Lütfi es-Sabbağ, Tefsir Usulü Araştırmaları (Çev. Ömer Dumlu), Anadolu Yay., İzmir, 1999, s. 9. 
[11] Murat Akkuş, “Mennâ Halîl el-Kattân’ın Mebâhis fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân Adlı Eserinin Kıraat İlmi Açısından Değerlendirilmesi”, Ulûmu’l-Kur’ân Kaynaklarında Kıraat İlmi, 2019, s. 219. 
[12] İlgili eseri tercüme edip “Kur’ân İlimleri” adıyla Türkçeye kazandıran Arif Erkan o tarihlerde eserin Arap dünyasında kısa sürede şöhret bularak üç baskı birden yaptığından bahsetmektedir. Bkz: Mennâ Halîl el-Kattân, Kur’an İlimleri, (Çev. Arif Serkan), Timaş Yay., İstanbul, 1997, s. 15. Bu tercüme toplam 550 sayfadan müteşekkil olup mütercim eseri tercüme ederken salt bir tercüme metodu kullanmış, konular hakkında kendi değerlendirmelerine yer vermemiştir. 
[13] Kattân’ın birçok alana dair kaleme aldığı başlıca eserleri: Târîhu’t-teşrîi’l İslâmî, Kahire, 1989, Mebâhis fî ulûmi’l-hadîs, Kahire, 1987, Nüzûlü’l-Kur’ân alâ seb‘ati ahruf, Kahire, 1991, Tefsîru âyâti’l-ahkâm, Kahire, 1975, Mu‘avvikâtü tatbîki’ş-şerî‘ati’l-İslâmiyye, Kahire, 1991, Mebâhis fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, 1981, Geniş bilgi için bkz: Ahmet Özel, “Kattân, Mennâ Halîl”, DİA., Ank., TDV Yay., 2019, c. EK-2, ss. 30-32. 
[14] Müellif kendi ifadelerinde bu eseri kaleme almakla tefsir usulünü açık ve anlaşılabilir bir şekilde okuyucuya aktarmayı amaçladığını söylemektedir. Bkz: Mennâ Halîl el-Kattân, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’an, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 1998, s. 5. 
[15] Kattân, a.g.e., ss. 9-16. 
[16] Kattân, a.g.e., ss. 17-26. 
[17] Kattân, a.g.e., ss. 27-44. 
[18] Burada hemen ifade edelim ki Kattân şüphelere cevap vermek ve anlatılan konuyu bilmenin faydalarını izah etmek şeklindeki metodunu tüm eseri boyunca gerekli gördüğü yerlerde ustalıkla uygulamıştır. 
[19] Kattân, a.g.e., ss. 45-58. 
[20] Kattân, a.g.e., ss. 59-67. 
[21] Kattân, a.g.e., ss. 69-90. 
[22] Kattân, a.g.e., ss. 91-123. 
[23] Kattân, a.g.e., ss. 125-151. 
[24] Müellif burada Kur’an öğretimi ile meşgul olan kişilerin ücret alabilecekleri ve alamayacakları yönündeki çeşitli görüşleri aktarmakla birlikte kendi kanaatini izhar etmemiştir. Fakat en son zikrettiği görüş Hz. Peygamberin de muallim olduğu ve hediye kabul ettiği şeklindeki görüştür. Geniş bilgi için bkz: Kattân, Mebâhis, ss. 174-175. 
[25] Kattân, a.g.e., ss. 153-185. 
[26] Kattân, a.g.e., ss. 175-193. 
[27] Kattân, a.g.e., ss. 195-210. 
[28] Burada müellifin Kur’an’da neshin vâkî olduğu kanaatini taşıdığını, dolayısıyla bu konuda klasik ulemayla aynı düşünceleri paylaştığını söyleyebiliriz. 
[29] Kattân, a.g.e., ss. 211-223. 
[30] Kattân, a.g.e., ss. 225-228. 
[31] Kattân, a.g.e., ss. 229-234. 
[32] Kattân, a.g.e., ss. 235-256. 
[33] Kattân, a.g.e., ss. 256-264. 
[34] Kattân, a.g.e., ss. 265-271. 
[35] Kattân, a.g.e., ss. 273-278. 
[36] Kattân, a.g.e., ss. 279-284. 
[37] Kattân, a.g.e., ss. 285-294. Müellif Kur’an için mümkün olanın tefsîrî tercüme olduğunu savunmaktadır. Bkz: Kattân, a.g.e., s. 288. 
[38] Kattân, a.g.e., ss. 295-299. 
[39] Kattân, a.g.e., ss. 301-304. 
[40] Kattân, a.g.e., ss. 304-313. 
[41] Kattân, a.g.e., ss. 314-356. 
[42] Kattân, a.g.e., ss. 357-358.

KAYNAKÇA 

Akkuş, Murat, Mennâ Halîl Kattân’ın Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân Adlı Eserinin Kıraat İlmi Açısından Değerlendirilmesi, Ulûmu’l-Kur’ân Kaynaklarında Kıraat İlmi, 2019, s. 219. 
Çetin Abdurrahman (1987), Kur’an-ı Kerîm’in İndirildiği Yedi Harf, İslâmî Araştırmalar, cilt: 1, sayı: 3, s. 71. 
Demirci, Muhsin (2010), Tefsir Usûlü, İstanbul: MÜİF. Vakfı Yayınları. 
Demirci, Muhsin (2013), Konulu Tefsire Giriş, İstanbul: MÜİF. Vakfı Yayınları. 
Demirci, Muhsin (2017), Kur’an Tarihi, İstanbul: MÜİF. Vakfı Yayınları. 
Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlünün Temel Kaynakları, Kur’an Mesajı: İlmi Araştırmalar Dergisi, 1999/2, cilt: 2, sayı: 22, 23, 24, s. 171. 
el-A’zamî, Muhammed Mustafa (2018), Kur’an Tarihi, İstanbul: İz Yayıncılık. 
el-Kattân, Mennâ Halîl (1997), Kur’an İlimleri, (Çev. Arif Serkan), İstanbul: Timaş Yayınları. 
el-Kattân, Mennâ Halîl (1998), Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’an, Beyrut: Müessesetü’r-Risale. 
el-Kevserî, Zahid, Yedi Harf Nedir?, (Çev. Yunus Ekin), Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, sayı: 6, s. 108. 
es-Sabbağ, Muhammed b. Lütfi (1999), Tefsir Usulü Araştırmaları (Çev. Ömer Dumlu), İzmir: Anadolu Yayınları. 
es-Süyûtî, Ebül-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed (2010), el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’an, Kâhire: Mektebet-ü Dâr-it- Türâs. 
et-Taberî, Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd (1945), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân”, Mısır. 
Gümüş, Sadreddin, Garîbü’l-Kur’ân Tefsirinin Doğuşu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987-1988, sayı: 5-6, s. 10. 
Hamidullah, Muhammed (2016), Kur’anı Kerim Tarihi, İstanbul: Beyan Yayınları. 
İsmail Cerrahoğlu (2013), Tefsir Usulü, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 
Özbuğday, Şükrü, Kur’an-ı Kerim’deki Muhkem-Müteşabih Ayrımının İncelikleri, Diyanet İlmi Dergi, 1999, cilt: 35, sayı: 3, ss. 31-32. 
Özel Ahmet (2019), “Kattân, Mennâ Halîl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, TDV Yay., c. EK-2, ss. 30-32. 
Özel, Mustafa, Elmalılı’nın Mealinin Bazı Özellikleri, Diyanet İlmi Dergi (Kur’an Özel Sayısı), Ankara, 2012, s. 553. 
Şimşek, Sait (2014), Günümüz Tefsir Problemleri, İstanbul: Kitap Dünyası. 
Şimşek, Sait (2016), Kur'an'ın Anlaşılmasında İki Mesele, Konya: Kitap Dünyası.