"Her kim ki olur iş bu cihân yâr-i Muhammed,
Elbette olur uhrâda ol câr-i (komşusu) Muhammed."
Efendimiz (s.a.s) bizler için eşsiz bir örnek olmasının yanında, karanlık gecelerde yolumuzu aydınlatan bir kandil, bizi sâhil-i selâmete erdirecek bir hidayet meşalesidir de aynı zamanda. Bu yüzden ancak O'nu (s.a.s) anlayabildiğimiz kadarıyla önümüzü görebilir, O'nu (s.a.s) örnek alıp nurlu yoluna tâbi olabildiğimiz kadarıyla doğru bir yaşam sürebiliriz. İşte içinde bulunduğumuz günler O'nu (s.a.s) örnek almak, O'nun (s.a.s) ahlakıyla ahlaklanarak yeni bir başlangıç yapmak hususlarında gerekliliğin arttığı günler. Zira Ramazan-ı şerife artık yavaş yavaş yaklaşıyoruz ve bu mübarek ayı mânen en güzel halimize bürünmüş şekilde karşılamamız gerekiyor.
"Muhammed'in methini edelim baş üstüne,
Zîrâ ki ol Muhammed yürüdü arş üstüne."
Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz Efendimiz'i (s.a.s) şöyle anlatıyor:
“Resûlullah'ın (s.a.s) sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi, o çirkin olan hiçbir şeye de özenmezdi. Çarşıda, pazarda bağırıp çağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Tam aksine kusurları bağışlar, hatta yüzünü çevirip hatayı görmezden gelirdi.” (Tirmizi, Birr, 69)
Şimdi buyurun bu rivayet ışığında kısaca Efendimiz'in (s.a.s) üç özelliğine göz atarak O'nu (s.a.s) daha iyi tanımaya çalışalım.
1. Sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmaz, çirkinliğe özenmezdi
"Aşık Yunus’un canı, ilm ü şefaat kânı,
Alemlerin sultanı, sensin ya Rasûlallah."
Çirkinlik, kötülük Efendimiz'in (s.a.s) semtine hayatı boyunca hiç uğramamıştı. O (s.a.s) güzellik namına ne varsa hepsini kendisinde toplamış, kötü olan her şeyden de teberrî etmişti. Bu sebeple O'ndan (s.a.s) çirkin bir söz de çirkin bir fiil de sâdır olamazdı, olmamıştı. Güzelliği bir ülke gibi düşünecek olursak O (s.a.s) güzelliğin başkentiydi.
Hz. Peygamberi (s.a.s) bizlerden ayıran en önemli özelliklerden bir diğeri de hiç şüphesiz O'nun (s.a.s) kötü, çirkin; dinen, ahlaken yanlış olan şeyleri yapmadığı gibi bu türlü şeylere karşı içinde en ufak bir heves de bulundurmamasıdır. Biz haramlardan uzak durmaya çalışsak bile bazen gönüllerimiz kötü şeyler yapmaya heves edebiliyor. Resûlullah'ta (s.a.s) ise böyle bir özenti, kötü olana karşı duyulan bir sempati asla söz konusu değildi. O (s.a.s) kötünün ve çirkinin daima karşısında, güzel olan her şeyin de merkezindeydi.
2. Çarşıda bağırıp çağırmazdı
"Geldi nice peygamber-i zî-şân bu cihâna,
Sen cümlesine seyyid ü servetsin Efendim."
Gün geçtikçe hadsizleşen, adâb-ı muaşereti, tartışma ahlâkını yitirerek ne zaman ne yapacağı kestirilemez bir varlığa dönüşen insan, anlaşmazlık yaşadığı bir başka insana ulu orta bağırıp çağırarak sözüm ona hakkını savunuyor, altta kalmıyor, kendini ezdirmiyor. Halbuki tartışmanın da bir adâbı/ahlakı vardır. Efendimiz (s.a.s) bu ahlakı koruyor, birileriyle sorun yaşasa bile onları insanların içinde rencide etmiyor, hatta vaazlarında eleştireceği kişilerin isimlerini zikretmekten ictinâb ederek yalnızca yaptıkları işleri zikrediyordu. Bu tavır hem kötü fiil sahiplerinin toplumdan dışlanmaması adına oldukça önemliydi hem de bizlere ölçü sunması bakımından ziyadesiyle değerliydi.
3. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, kusurları bağışlardı
"Güneş güzel yüzünden parlaklık aldı ey Gül,
Acep hayrân olmadan hangi göz bakar sana?"
Kötülük yapana aynı şekilde mukabelede bulunmak kendisine kötülük yapılan kişinin en doğal hakkıdır esasen. Fakat böyle yapmayıp af yolunu tutmak, tartışmayı uzatmadan bir an önce sonlandırmak dinimizce daha hoş karşılanan bir davranıştır. Öyle görülüyor ki Efendimiz de (s.a.s) hayatı boyunca bu şekilde hareket etmiş, kötülük yapana kötülük yapmamış, kötülük zincirini bir noktada kırmayı bilmiştir. Zaten O (s.a.s) "Ben haklı da olsa tartışmayı ilk terk edene cennette bir köşk verileceğine kefilim." (Ebâ Dâvud, Edeb, 7) diyerek kötülüğe karşı geniş gönüllü olmayı özendirmiştir. Yani nebevî yaşam tarzında kötülük sürdürülmesi gereken bir şey değil, bir an önce sonlandırılması gereken bir şeydir.
Diğer yandan Âişe (r.anhâ) annemiz bize Efendimiz'in (s.a.s) bir hata gördüğünde yüzünü çevirdiğini de haber vermektedir. Hemen belirtelim ki buradaki "yüzünü çevirirdi" ifadesinden "yanlışa rıza gösterirdi" anlamı çıkarılmamalıdır. Zira bu anlam Efendimiz'in (s.a.s) ömrü boyunca savunduğu, kendisini yanlışın tam karşısında konumlandıran o yüce davaya ters bir anlamdır. Yani burada kast edilen Hz. Peygamber'in (s.a.s) kötülüklere rıza göstermesi değil, hata eden kişiyi hatasından ötürü ayıplamaması, onu ifşa etmemesidir. Kişi bu yüzden hatalı birini gördüğünde ayıplamamalı, hatasını insanlara duyurmamalı; aksine ona dua etmeli, ona nasihat edip doğru yolu göstermelidir. Çünkü “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyâmet günü onun ayıbını örter." (İbn-i Mâce, Hudûd, 5). Buna mukâbil "Kim bir kardeşini bir kusurundan ötürü ayıplarsa aynı şey onun da başına gelmeden ölmez." (Tirmizi, Kıyâmet, 53).
Ey güzelliğin, affın, şefkatin zirvesi; sana salât ve selâm! Sen kudûmünle cihânı şereflendirmeseydin eğer, hiç şüphesiz bizler ne yapacağını bilemeyen, biçare kimselerden olurak kalırdık!