31 Mart 2021 Çarşamba

Cevat Akşit Hoca


Gelin bir kişiyi de vefatından önce anıp anlamaya çalışalım. Çünkü vefat edince her şey için çok geç oluyor artık.

Cevat AKŞİT hoca, böyle kopup kopup gidenleri görünce Cevat AKŞİT hoca geliyor hep aklıma. Cânım hocam, sen ne güzel adamsın! Tasavvuf desen var, akademi desen var, entelektüel mi entelektüel, yabancı dil desen var, ilmî çalışma desen var. Ama tüm bunlarla birlikte halkla iç içe. Öyle ki bir vaazını dinleseniz kendiniz gibi sanırsınız. Zaten vaazını dinleyenler de hocanın Fransızca bildiğini, Profesör olduğunu, vaktiyle avukatlık yaptığını, Avrupa'daki üniversitelerde ders kitabı olarak okunan kitaplar neşrettiğini, Hanefî fıkhının başat eserlerinden biri olan Mebsût'u 31 cilt halinde tercüme ettiğini filan bilmezler. Özellikle akademiden sonra cami kürsüsü bırakıldığı için hocanın bu gayreti oldukça anlamlı ve örnek alınası. Zaten neden öğrenir insan, neden eser verir? En nihayetinde her şeyini borçlu olduğu bu millete dönüp onlara kurtuluş yollarını göstermek için değil mi?

O kadar candan, sıcak ve samimi konuşur ki herkes onu kendi mahallesinin hocası zanneder bu yüzden. Zira herkes konuştuğunu anlar, herkese anlayabilecekleri şeyleri anlayabilecekleri şekilde anlatır. Bugün kendine "hoca" diyen bazılarının yaptığı gibi karmakarışık konuşup insanların akıllarını, gönüllerini bulandırmaz hiç. Cepheyi terk etmez bir de. Müslümanları kimseye bırakıp gitmez. Şu yaşında hala ders verir. Adam gibi adamdır, kendine inananları satmaz!

Seyyah mı seyyah, gezmediği yer yok. İyi bir aile babası, bunu çocuklarının ahlâkî durumlarından ve başarılarından anlıyoruz. Hem madden hem manen çakı gibi adam! Kısacası İslâm'ı hem içselleştirmiş hem de etrafına çok güzel anlatmış hayatı boyunca.

Sözün özü "kimi dinleyelim" diye soran herkes "Süleymaniye dersleri"nden başlayıp yavaş yavaş dinlemeye başlamalı Akşit hocayı. Zaten o tatlı üslubuyla sizi kendine bağlayacak ve bir daha bırakamayacaksınız. İyi ki varsın cânım hocam, iyi ki bize örnek oluyorsun. Yoksa bunca kaypaklığın içinde biz de gevşer giderdik...

Yazımızı onun bir duasıyla bitirelim: "Allah'ım, sen bizi Resûlullah'ın (s.a.s) katarından ayırma!" Âmin.

26 Mart 2021 Cuma

Ölüm ve Kaderdeki İki Teselli


Şu hayata pamuk ipliğiyle bağlıydım, yakın zamanda muhterem kayınpederimin vefatının ardından ölümün soğuk yüzüyle tanışınca o kadar bağım da kalmadı artık. Ölüm bir yandan buz gibi soğuk, bir yandan da serin kabir toprağını sıcak bir yanak misali ısıtacak kadar sıcakmış.

Günlerdir kendime gelemiyorum. Gülmek, ağlamak, sessizce beklemekle geçiyor günler fakat bunların hiçbiri eskisi gibi değil. Bir de sevdiklerimden bu kadar uzakta olduğum için kendimi suçlu hissetmekle ve yine bir başkasının başına bir şey gelirse ne yapacağımı düşünmekle. "Ne işim var benim burada, neden buradayım ben" diyorum kendi kendime. Kader beni teselli ediyor böyle konuşurken. Ne yaparsam yapayım her şey böyle olacaktı işte.

Ölümde de bir teselli gizlenmiş biliyor musunuz? Ben de yeni farkına varıyorum. Bu bir gün ölen kişiye kavuşacak olma tesellisi. Bunu ancak sevdiklerini kaybedenler anlayabilir. Her ölenin ardından vuslat saatini ters çeviriyorsunuz ve kumları yavaş yavaş dökülmeye başlıyor.

O kumların yok oluşunu seyrediyorsunuz. Yok oluşunuzu. Yok olana duyulan derin bir hasretle.

24 Mart 2021 Çarşamba

Rivayet Sahih Ama Üslubun Sahih Değil


Sosyal medyada, sahihin, zayıfın kelime anlamlarını bile bilmeyen insanların bulunduğu bir mecrada, tartışmalı konularla ilgili olan bir rivayeti sırf sahih diye olduğu gibi paylaşmak hadisi/ sünneti savunmak değil, bilakis bunlara zulmetmektir, zarar vermektir.

İlim bu değil, âlimlik bu değil. Hangi âlim dinle mesafesi olan ya da bu konuların cahili olan kişileri bu şekilde kışkırtmıştır, tartışmalı meseleleri insanları şoklarcasına olur olmaz yerlerde çarşaf çarşaf açmıştır, bunu yaparken sahih rivayetleri de emeline alet etmiştir söyler misiniz?

Bunun tebliğle, hakkı, hakikati savunmakla da bir ilgisi yok. Burada görmediğimiz, tanımadığımız insanlarla tartışarak bir adım dahi yol alamayız dostlar. İnsanların güzel örnek görmeye çok ihtiyaç duydukları şu zamanda yapabilen örnek olsun. Müşârun bi'l benân olsun. İnsanlar "işte bu adam Müslümansa ben de Müslümanım" desin. Gerisi lâf-ı güzâf.

Sahih hadis gösterince her meselenin vuzuha kavuşacağını zanneden kişilerin bu tutumları maalesef büyük oranda kendi dünyalarında yaşayıp dışarıdaki dünyadan bihaber kalmalarından kaynaklanıyor. Oysa ki her doğru her yerde söylenemeyeği gibi her sahih rivayet de her yerde paylaşılmamalı. Paylaşılacaksa da konunun siyâkı, sibâkı iyice anlatılmalı ve böylece muhatabın gönül dünyası aktarılacak olanlara hazırlanmalı. Yoksa "bak bu konuda sahih hadis var, hala nasıl inanmazsın!" şeklindeki sert çıkışlar muhatabı ister istemez savunmaya geçirir, buna ilaveten dini yanlış algılamaya iter. Hatta bu katı söylem zamanla insanları hadise, peygambere ve nihayet dinin kendisine düşman eder.

Toparlayacak olursak, konuları insanlara uzun uzun anlatarak zihinlerine yerleştirmenin zorluğuna katlanamadığı için tek bir sahih rivayetle her şeyi halletmek isteyen, fakat böyle yaparak yüz tane sahih rivayetle bile sonlandırılamayacak daha büyük tartışmalara yol açan kolaycılara şunu söyleyebiliriz:

"Rivayet sahih ama uslübun sahih değil."

23 Mart 2021 Salı

Her Lütfuna, İhsânına Şükür Yâ Râb, Şükür Yâ Râb!

Salgın süreci bize rutine şükretmeyi öğretti. Öğretti diyorum çünkü pek çoğumuz bunu unutmuştuk. Rahat rahat nefes alabilmenin, sorunsuzca işimize gidebilmenin, ceza yeme endişesi olmadan bir yerden başka bir yere seyahat edebilmenin, arkadaşlarımızla musafaha yapabilmenin, sarılabilmenin ne büyük nimetler olduğunu hakkıyla tefekkür edemiyorduk.

Bizce bunlar zaten hep olan şeylerdi ve olmalıydı da. Hafta sonları çıkıp gezebildiğimiz için Allah'a şükretmemiz icap etmiyordu, maskesiz dolaşabildiğimiz için kimseye teşekkür etmemiz gerekmiyordu.

Bir sohbet meclisinde oturmak, namazda omuz omuza durmak üzerinde çok da düşünülmesi gereken şeyler değildi. Ne dostun tabutuna omuz verip, cenaze namazına katılıp onu dostu son yolculuğuna uğurlayabilmek hamdedilesi bir durumdu ne de eve geldikten sonra ardından Fatihâ'lar, Yasin'ler okumak için toplanabilmek.

İşte şimdi bu gafletimize bakıp bütün zorluklarına rağmen içinde bulunduğumuz ânın ve artık sahibi olamadığımız diğer imkanların -hiçbirini küçük ve değersiz görmeden- şükrünü eda etmeye çalışma vakti. Kim bilir, belki de şu perişan hallerimizle yaptığımız şükürler bir azap gibi üzerimize yapışan illetin izalesine vesile kılınır...

"Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size niçin azap etsin? Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir." (Nisâ 4/147)

"Her lütfuna, ihsânına,
Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab!
Kur’ân’daki beyânına,
Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab!

Pâdişâh-ı lemyezelsin,
Hem ebedsin, hem ezelsin,
Mutlak anlamda güzelsin,
Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab!"

7 Mart 2021 Pazar

Kork Allah'tan Korkmayandan!


Kötülük yapmak isteyen insanı ne engelleyebilir? Hukuk mu? Hukuk dediğiniz şey kapınızı kapattığınızda biter. Hukuk dışarıda siz içeride kalırsınız. Kendi dükkanının içindeyken gönlünde Allah korkusu olmayan bir tamirci kendisine emanet ettiğiniz aracınızdan/ telefonunuzdan parça sökebilir, yerine idare edecek bir parça takıp üzerine sizden para da alabilir.

Önemli makamlarda olan bir başkası odasının kapısını kapattığında rüşvet alabilir. Kimsenin ruhu bile duymaz!

Bir doktor kendine ayrılmış alanda mesleğini kötüye kullanabilir.

Aynı şekilde bir erkek/ kadın evinde ehline çeşitli eziyetler edebilir. Evdekilerin çığlıkları sokağa taşmadıkça hukuk orada olanları bilemez, duyamaz.

Toplumları kontrol altına almanın yegâne yolu olarak empoze edilen hukuk, -herkesin başına olan biteni haber veren bir bekçi dikemiyorsanız- işte bu durumlarda ve benzerlerinde aciz kalır. Peki böyle ahlaksızlıkların, merhametsizliklerin önüne ne geçebilir? Evet, ancak insanların kalplerini imanla, Allah korkusuyla doldurmak tüm kötülüklerin önüne geçebilir.

Allah korkusu, Allah'a saygı en karanlık, en izbe, en kuytu köşelerde kendinizle başbaşa kaldığınızda dahi kötülük yapmaktan sizi alı koyar.

İhmal ettiğimiz, önemsemediğimiz iman eğitiminin gücünü görebiliyor musunuz?

Ne yapıp edip Allah'tan korkan, Allah'a saygı duyan gönüllerin sayısını artırmamız gerekiyor. Çünkü Allah'tan korkmayanı hiçbir hukuk sistemi durduramaz!

Ne güzel söylemiş Nev'î:

"Kim ki korkmaz Hakk'tan, andan korkar erbâb-ı ukûl,
Her ne isterse yapar Hakk'tan hirasan olmayan."

-Kim ki Hak’tan korkmaz, akıl sahibi insanlar ondan korkar,
Çünkü Hak’tan korkmayan her türlü fenalığı yapar...

2 Mart 2021 Salı

Hz. Aişe'nin (r.anhâ) Anlatımıyla Efendimizin (s.a.s) Üç Özelliği

"Her kim ki olur iş bu cihân yâr-i Muhammed,
Elbette olur uhrâda ol câr-i (komşusu) Muhammed."

Efendimiz (s.a.s) bizler için eşsiz bir örnek olmasının yanında, karanlık gecelerde yolumuzu aydınlatan bir kandil, bizi sâhil-i selâmete erdirecek bir hidayet meşalesidir de aynı zamanda. Bu yüzden ancak O'nu (s.a.s) anlayabildiğimiz kadarıyla önümüzü görebilir, O'nu (s.a.s) örnek alıp nurlu yoluna tâbi olabildiğimiz kadarıyla doğru bir yaşam sürebiliriz. İşte içinde bulunduğumuz günler O'nu (s.a.s) örnek almak, O'nun (s.a.s) ahlakıyla ahlaklanarak yeni bir başlangıç yapmak hususlarında gerekliliğin arttığı günler. Zira Ramazan-ı şerife artık yavaş yavaş yaklaşıyoruz ve bu mübarek ayı mânen en güzel halimize bürünmüş şekilde karşılamamız gerekiyor.

"Muhammed'in methini edelim baş üstüne,
Zîrâ ki ol Muhammed yürüdü arş üstüne."

Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz Efendimiz'i (s.a.s) şöyle anlatıyor:

“Resûlullah'ın (s.a.s) sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi, o çirkin olan hiçbir şeye de özenmezdi. Çarşıda, pazarda bağırıp çağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Tam aksine kusurları bağışlar, hatta yüzünü çevirip hatayı görmezden gelirdi.” (Tirmizi, Birr, 69)

Şimdi buyurun bu rivayet ışığında kısaca Efendimiz'in (s.a.s) üç özelliğine göz atarak O'nu (s.a.s) daha iyi tanımaya çalışalım.

1. Sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmaz, çirkinliğe özenmezdi

"Aşık Yunus’un canı, ilm ü şefaat kânı,
Alemlerin sultanı, sensin ya Rasûlallah."

Çirkinlik, kötülük Efendimiz'in (s.a.s) semtine hayatı boyunca hiç uğramamıştı. O (s.a.s) güzellik namına ne varsa hepsini kendisinde toplamış, kötü olan her şeyden de teberrî etmişti. Bu sebeple O'ndan (s.a.s) çirkin bir söz de çirkin bir fiil de sâdır olamazdı, olmamıştı. Güzelliği bir ülke gibi düşünecek olursak O (s.a.s) güzelliğin başkentiydi.

Hz. Peygamberi (s.a.s) bizlerden ayıran en önemli özelliklerden bir diğeri de hiç şüphesiz O'nun (s.a.s) kötü, çirkin; dinen, ahlaken yanlış olan şeyleri yapmadığı gibi bu türlü şeylere karşı içinde en ufak bir heves de bulundurmamasıdır. Biz haramlardan uzak durmaya çalışsak bile bazen gönüllerimiz kötü şeyler yapmaya heves edebiliyor. Resûlullah'ta (s.a.s) ise böyle bir özenti, kötü olana karşı duyulan bir sempati asla söz konusu değildi. O (s.a.s) kötünün ve çirkinin daima karşısında, güzel olan her şeyin de merkezindeydi.

2. Çarşıda bağırıp çağırmazdı

"Geldi nice peygamber-i zî-şân bu cihâna,
Sen cümlesine seyyid ü servetsin Efendim."

Gün geçtikçe hadsizleşen, adâb-ı muaşereti, tartışma ahlâkını yitirerek ne zaman ne yapacağı kestirilemez bir varlığa dönüşen insan, anlaşmazlık yaşadığı bir başka insana ulu orta bağırıp çağırarak sözüm ona hakkını savunuyor, altta kalmıyor, kendini ezdirmiyor. Halbuki tartışmanın da bir adâbı/ahlakı vardır. Efendimiz (s.a.s) bu ahlakı koruyor, birileriyle sorun yaşasa bile onları insanların içinde rencide etmiyor, hatta vaazlarında eleştireceği kişilerin isimlerini zikretmekten ictinâb ederek yalnızca yaptıkları işleri zikrediyordu. Bu tavır hem kötü fiil sahiplerinin toplumdan dışlanmaması adına oldukça önemliydi hem de bizlere ölçü sunması bakımından ziyadesiyle değerliydi.

3. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, kusurları bağışlardı

"Güneş güzel yüzünden parlaklık aldı ey Gül,
Acep hayrân olmadan hangi göz bakar sana?"

Kötülük yapana aynı şekilde mukabelede bulunmak kendisine kötülük yapılan kişinin en doğal hakkıdır esasen. Fakat böyle yapmayıp af yolunu tutmak, tartışmayı uzatmadan bir an önce sonlandırmak dinimizce daha hoş karşılanan bir davranıştır. Öyle görülüyor ki Efendimiz de (s.a.s) hayatı boyunca bu şekilde hareket etmiş, kötülük yapana kötülük yapmamış, kötülük zincirini bir noktada kırmayı bilmiştir. Zaten O (s.a.s) "Ben haklı da olsa tartışmayı ilk terk edene cennette bir köşk verileceğine kefilim." (Ebâ Dâvud, Edeb, 7) diyerek kötülüğe karşı geniş gönüllü olmayı özendirmiştir. Yani nebevî yaşam tarzında kötülük sürdürülmesi gereken bir şey değil, bir an önce sonlandırılması gereken bir şeydir.

Diğer yandan Âişe (r.anhâ) annemiz bize Efendimiz'in (s.a.s) bir hata gördüğünde yüzünü çevirdiğini de haber vermektedir. Hemen belirtelim ki buradaki "yüzünü çevirirdi" ifadesinden "yanlışa rıza gösterirdi" anlamı çıkarılmamalıdır. Zira bu anlam Efendimiz'in (s.a.s) ömrü boyunca savunduğu, kendisini yanlışın tam karşısında konumlandıran o yüce davaya ters bir anlamdır. Yani burada kast edilen Hz. Peygamber'in (s.a.s) kötülüklere rıza göstermesi değil, hata eden kişiyi hatasından ötürü ayıplamaması, onu ifşa etmemesidir. Kişi bu yüzden hatalı birini gördüğünde ayıplamamalı, hatasını insanlara duyurmamalı; aksine ona dua etmeli, ona nasihat edip doğru yolu göstermelidir. Çünkü “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyâmet günü onun ayıbını örter." (İbn-i Mâce, Hudûd, 5). Buna mukâbil "Kim bir kardeşini bir kusurundan ötürü ayıplarsa aynı şey onun da başına gelmeden ölmez." (Tirmizi, Kıyâmet, 53).

Ey güzelliğin, affın, şefkatin zirvesi; sana salât ve selâm! Sen kudûmünle cihânı şereflendirmeseydin eğer, hiç şüphesiz bizler ne yapacağını bilemeyen, biçare kimselerden olurak kalırdık!