Bu yazıda asıl adı "Miftâhu'l cenne (Cennetin anahtarı)" olup Osmanlı ilmihal kültürünün ilk örneklerinden olma özelliğini taşıyan "Mızraklı" nâm kitabı tanımaya ve özellikle Ramazan bayramına iyice yaklaşmış olmamız hasebiyle kitabın oruç bahsinde yer alan "Oruçluların bayramı" bölümünü incelemeye çalışacağız.
Yüce rabbimizden bu yazıyı artık son günlerine geldiğimiz Ramazân-ı şerîfi güzel bir şekilde uğurlamamıza ve ömrümüz boyunca sâlik-i tarîk-ı cennet olmamıza vesile kılmasını niyaz ediyorum.
Şimdi metne intikal etmeden önce geçmişten beri Türk-İslam coğrafyasında dînî yaşantımızı şekillendiren bu tesirli eseri kısaca tanıyalım.
1. Mızraklı ilmihal
Sözlerimizin başında ifade edelim ki eseri kimin telif ettiği tartışmalı bir konudur. Kimileri eserin Muhammed b. Kutbüddîn el-İznikî (ö. 821/1418) tarafından yazıldığını söylerken (Arif Aytekin, Osmanlı Döneminde Anadolu ve Balkanların Dinî Hayatında Mızraklı İlmihal, s. 4), kimilerine göre ise eserin müellifi tam olarak tespit edilemediği için bu konuda net bir şey söylemek mümkün değildir (M. Kamil Yaşaroğlu, "Mızraklı İlmihal", DİA, c. 30, s. 5).
Eserin neden “Mızraklı” adıyla meşhur olduğuna gelince esasen bu konuda da net bir bilgi bulunmamaktır. Fakat bununla birlikte bu adlandırmanın, genelde kitabın kapağında ya da ilk sayfalarında yer alan sancak ve mızrak motifleriyle ya da eserin belirlenebilen tek yazma nüshasında görülen “Mızraklı Efendi” ifadesiyle bağlantılı olabileceği düşünülmektedir (M. Kamil Yaşaroğlu, "Mızraklı İlmihal", DİA, c. 30, s. 5).
Kitapta zikredilen İbn Nüceym’in (ö. 970/1563) "el-Eşbâh ve’n-nezâʾir"i, Halebî’nin (ö. 956/1549) "Mülteka’l-ebhur"u, Ebû Bekir el-Haddâd’ın (ö. 800/1398) "es-Sirâcü’l-vehhâc"ı, Ebüssuûd Efendi’nin (ö. 982/1574) "Fetvalar"ı ve İmam Birgivî’nin (ö. 981/1573) "Vasiyetnâme"sine yapılan atıflar dikkate alındığında tüm bunlar Mızraklı İlmihal’in milâdî 16. yüzyıldan sonra yazıldığı kanaatini oluşturmaktadır (İsmail Kara, Mızraklı İlmihal, Çıdam Yay., 1990, s. 6-7).
Mızraklı İlmihal aslında günümüzdeki ilmihallerden çok da farklı olmayan konuları ele almıştır. Ancak onu Mızraklı İlmihal yapıp haklı bir şöhrete kavuşturan şey anlatımlarını kısa ifadeler ve özendirici bir üslup kullanarak yapması, bu sayede küçüğünden büyüğüne halkın her kesimine hitap etmesidir diyebiliriz. Namaza hazırlık ve kılınışına dair namaz bölümüne iliştirilen şu enfes pasaj bu anlatımların en güzel örneklerindendir:
"Ezân-ı Muhammedî okundukta İsrafil aleyhi's-selam Sür'u üfüreyor deyü ve abdeste kalkarken kabrimden kalkıyorum deyü, camiye giderken mahşer yerine gidiyorum deyü, müezzin kamet edip cemaat saf saf olurken bu insanlar mahşer yerinde yüz yirmi saf olup seksen safı bizim peygamberimizin ve kırk safı sair peygamberlerin ümmetleri olsa gerektir deyü, imama uyduktan sonra imam Fatiha-yı şerifeyi okurken sağımda Cennet, solumda Cehennem, ensemde Azrail, karşımda Beytullah, önümde kabir, ayağım altında Sırat, acaba benim sualim asan olur mu, ettiğim ibadet ahirette başıma tac ve yanıma yoldaş ve kabrimde çerağ olur mu, yoksa kabul olmayıp eski bez gibi yüzüme vurulur mu deyü tefekkür etmek gerek." (Mızraklı İlmahal, Yasin Yay., s. 55).
Bu sayede eser yazıldığı tarihten son dönemlere kadar en çok okunan, ezberlenen ve geniş halk kitlelerini etkilemeyi başarabilen nadide bir eser olmuştur. Eser Hanefi mezhebinin görüşleri esas alınarak yazılmış, meseleler etrafında gerçekleşen tartışmalara pek fazla girilmemiş, olabildiğince son karar olan müftâ bih görüşler verilmeye çalışılmıştır. Bu metod hiç şüphesiz ne ile amel edeceğini net bir şekilde bilmek isteyen halkta kafa karışıklığı oluşturmaması bakımından oldukça faydalı ve işlevseldir.
Modern zamanlarda ilmihallere yönelik en revaçtaki eleştirilerden biri olan "ilmihallerin ahlaktan ve ibadetlerin ruhundan bahsetmedikleri" eleştirisinden ilk önce ve elbette Mızraklı da nasibini almıştır (Namık Kemal Okumuş, Mızraklı İlmahal Kültürü ya da Geleneksel Din Algısını Besleyen Popüler Dindarlığın Etkinlik Alanları, s. 15-27). Ancak kısaca belirtelim ki bu eleştiriler dikkatsiz okumaların mahsulü; haksız ve hatta acımasızca yapılan eleştirilerdir. Zira ilmihaller kişinin yaratıcısı karşısındaki ideal davranış biçimini ortaya koyan eserlerdir ve kendisine karşı en doğru davranış biçimini hak edenin yüce yaratıcımız olması bakımından, onun bizden neyi nasıl istediğini bilip mucebince amel etmek; rızasına muvafık, herkesçe müsellem, dört başı mamur bir hayat yaşayabilmek en yüksek ahlaklılık olacaktır.
İşte ilmihallerde amaçlanan da budur ki en nihayetinde bu hususu hakkıyla anlamak diğer insanlara karşı ahlaklı davranmayı zaten gerektirecektir. Bu yüzden ilmihallerde müstakil bir ahlak konusu aramak ilmihal türü eserlerin yazılış gayesini anlayamamak ve onları bütüncül bir okumaya tabi tutamamaktan başka bir şey değildir. Bu eserlerde ve özellikle Mızraklı'da ibadetlerin ruhuna yer verilmediği eleştirisine gelince namazla ilgili olarak biraz önce sunduğumuz pasaj bile başlı başına bu eleştiri karşısında üzerine başka bir şey söylemeye ihtiyaç bırakmayacak kadar açık bir cevap niteliğindedir.
Mızraklı özellikle II. Abdülhamit döneminde özenle bastırılıp tüm Osmanlı coğrafyasına gönderilmesinin ardından her eve ve mektebe giren, herkesin elinin altında olan; böylece herkesin istifade ettiği, etkilendiği en temel eserlerden biri olmuştur. Bu cümleden olmak üzere Mızraklı'nın Anadolu ve Balkanlar üzerindeki süregelen etkilerini somut bir şekilde görebilmek adına konunun meraklılarınca Prof. Dr. Arif Aytekin'in; "Osmanlı Döneminde Anadolu ve Balkanların Dinî Hayatında Mızraklı İlmihal" adlı makalesi okunsa güzeldir.
2. Mızraklı İlmihal'de Oruçluların Bayramı
Eseri ana hatlarıyla kısaca tanıttıktan sonra şimdi lafı daha fazla uzatmadan incelemeyi vadettiğimiz bölüme geçebiliriz.
Mızraklı İlmihal'de müellif hazretleri; "Oruç tutanların bayramı üç nevidir: Cahiller(in) bayramı, âlimler(in) bayramı, enbiyâ ve evliyâ(nın) bayramı." diyerek üç türlü bayramdan bahsediyor ve ardından şöyle tafsilata geçiyor: "'Ve cahiller bayramı; akşam oldukta iftar ederler, istediklerini yerler ve içerler, 'Bizim bayramımız budur.' derler. Âlimler bayramı; akşam oldukta iftar ederler, 'Eğer Allahu azimü’ş-şân tuttuğumuz oruçtan razı oldu ise bizim bayramımız budur, eğer razı olmadı ise bizim halimiz nice olur?' deyü tefekkür ederler. Amma enbiyâ ve evliyâ bayramı rü’yetullahtır (Allah’ı görmektir). Onlar Allahu azimü’ş-şân’ın rızasına müştaktırlar (arzulamaktadırlar)." (Mızraklı İlmihal, Yasin Yay., s. 28).
Görüldüğü üzere kısaca müellif bize şunları söylemek istiyor:
Oruç tutup da iftar zamanı yalnız açlıktan kurtulup yiyecek-içeceğe kavuşmayı bayram zannedenler vardır ki bunlar cahillerdir. Bunlar iftara kavuşunca bundan büyük bayram yok zannederler. Çünkü orucu yalnız bu kadar anlayabilmişlerdir.
Oruçla Allah'ın rızasını umup onu elde etmeyi bayram görenler vardır ki onlar alimlerdir. Bu elbette güzel bir bayramdır ancak daha güzeli vardır: Tuttukları oruçla hem rızâ-i ilâhiye hem de cemalullâha mülâkî olmak isteyenlerin, yani enbiyâların ve evliyâların bu nimete erecekleri günkü bayramları; işte bu bayram gerçek bayramdır.
Sonuç:
İlmihaller bizlere hayatın her haliyle ilgili davranış disiplini sunan eserlerdir. Mızraklı İlmihal ise yazıldığı tarihten itibaren bu bilgileri toplumun her kesimine aktarabilme özelliğiyle ilmihal türü eserler arasında şâheser konumundadır. Tarih boyunca etkisini böylesine uzun bir süre korumayı başaran pek az kitap yazılabilmiştir.
Allahu teâlâ tuttuğumuz oruçlarla mecaz bayramlardan geçip hakiki bayrama vâsıl olabilmeyi hepimize nasip eylesin.
Yazımızı üstadın şu dizeleriyle bitirelim:
"Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu,
Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu.."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder