2 Aralık 2020 Çarşamba

Fahreddin er-Râzî "Mefâtihu'l Gayb"ı Yazarken Deprem Olmuş!

Bu yazıda tam 815 sene önce yaşanmış çok büyük bir depremden ve ünlü İslam âlimi Fahreddin er-Râzî'nin bu depreme dair gözlemlerinden bahsederken, bu bahaneyle biraz Fahreddin er-Razi'yi biraz da "Mefatihu'l Gayb"ı tanıyacağız. Bakalım o günden bugüne depremler ve insanlar ne kadar değişmiş.

Kısaca Fahreddin er-Râzî kimdir?
Biraz sonra tefsirinden bir bölüme yer vereceğimiz Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), Büyük Selçuklu Devleti’nin başşehri olan Rey’de doğmuştur. Parlak zekâsı ve dinleyenleri adeta büyüleyen hitâbetiyle zaman içinde haklı bir üne kavuşan Râzî, bununla birlikte müthiş hafızası ve metin ezberleme kabiliyetiyle de tanınmış bir âlimdir. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin (ö. 478/1085) "eş-Şâmil"ini, Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) "el-Mustasfâ"sını ve Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin (ö. 436/1044) "el-Mu'temed fî Usûli’l-Fıkh"ını henüz çocukken ezberlemesi onun ne denli güçlü bir zekâya sahip olduğuna dair bize yeterli oranda fikir vermektedir. Ömrünü büyük ölçüde ilmî seyahatler, münâzarlar ve eser neşriyle geçiren Râzî, 1 Şevval 606’da (29 Mart 1210) Herat’ta vefat etmiştir. Allah kendisinden razı olsun. Onun "et-Tefsîrü’l-Kebîr" ve "Tefsîrü’r-Râzî" adlarıyla da anılan ancak en çok "Mefatihul Gayb" diye bilinen, tefsire dair en önemli eseri tam otuz iki ciltlik dev bir külliyattır. Bu eser özellikle geniş içeriğiyle dikkat çeken, hatta bazılarınca, "Râzî ne var ne yok bu eserin içine doldurmuş!" şeklinde yapılan övgü ve yergiyle karışık değerlendirmelere konu olan bir eserdir (Geniş bilgi için bkz: Yusuf Şevki Yavuz, "Fahreddin er-Râzî", DİA, İst., c.12, s. 89-95, 1995; Lütfullah Cebeci, "Mefatihu'l Gayb", DİA, Ank., c. 28, s. 348-350, 2003). Meğer bu tefsirin yazıldığı tarihte büyük de bir deprem olmuş ve müellif bu depremin insanlar üzerindeki etkilerini eserinde kaydetmiş. Anlatalım.

Hicrî 602 Yılındaki Deprem
Fahreddin er-Râzî'nin "Mefatihu'l Gayb" adlı eserinde, "Allah sizi sıkıntıdan kurtardığında içinizden bazıları, gariptir ki, hemen rablerine ortak koşarlar. Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için (böyle yaparlar). Yiyip için bakalım, ama yakında anlayacaksınız!" mealindeki Nahl suresi 54-55. ayetlerin tefsirinin yapıldığı bölümde şöyle bir not görüyoruz:
"Bu sayfaları yazdığım gün hicrî 602 senesinin Muharrem ayının ilk günüydü. Sabahleyin çok şiddetli bir deprem oldu ve büyük bir korku (ya da büyük bir yıkılma sesi) meydana geldi. O esnada, ben bütün insanların Allah'a yalvarıp yakararak bağırdıklarını, nâralar attıklarını gördüm. Deprem sona erip ortalık yatışarak, her taraf güllük gülistanlık olunca da, tam o esnada o zelzeleyi unutuverdiler ve deha önceki cehalet ve sefâhetlerine dönüverdiler. İşte, Cenâb-ı Hakk'ın bu ayetinde açıklayıp şerhettiği bu durum, insan türünün ayrılmaz bir sıfatı gibi olmuştur."
Yani insanlar dara düşünce Allah'ı hatırlarlar fakat sıkıntıları giderilince O'nu hemen unutuverirler. Bu nankörlük artık insanoğlunun aslî özelliklerinden olmuştur.

Deprem Aynı Deprem İnsan Aynı İnsan
Tıpkı 815 sene önce Fahreddin er-Râzî tefsirini yazarken meydana geldiği gibi önceki gün Elazığ merkezli büyük bir deprem meydana geldi. Yani deprem hiç değişmemiş. Ne acayip ki insan da hiç değişmemiş. 815 sene önce yaşayan insan da biz de deprem ve felaketler anında o gün rabbimizi hatırlayıp dünyanın faniliğinden, ölümün ansızın geleceğinden bahsediyoruz birbirimize ve sonra tüm bunları unutup sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz. Herhalde Fahreddin Râzî bugün yaşasaydı o günün insanına ettiği sitemin aynısını bize de ederdi.
Yunus suresi 12. ayet-i kerimede rabbimiz insanın darlık ve genişlik anındaki değişken durumunu şu yalın ifadelerle anlatıyor:
"İnsanın başına zararlı bir şey geldiğinde yan üstü yatarken veya otururken ya da ayakta iken hemen bize dua etmeye koyulur; onu zararlı durumundan kurtardığımızda ise -sanki başına gelen zararı gidermeye bizi çağırıp yalvarmamış gibi- inkârcılığa dönüp yoluna devam eder; haddi aşanlara işte bu şekilde yaptıkları güzel görünmektedir."
Elazığ'daki depremle hepimizin irkildiği, binalarımızla birlikte hepimizin sarsıldığı, biraz olsun herkesin kendine çeki düzen vermeye çalıştığı, belki tövbe edip ibadet hayatını düzenlemeye karar verenlerin dahi olduğu, hiçbir şey yapmayanın bile en azından dua ettiği aşikâr. İşte bu halimiz ayetin birinci kısmındaki anlatımla uyuşuyor. Ancak daha önce çok depremler gördüğümüz, hepsinde bunlara benzer şeyler yapıp rabbimize sözler verdiğimiz ve sonra unuttuğumuz da aşikâr ki bu halimizle de ayetin ikinci kısmında anlatılanlara benziyoruz.
Öyleyse durumumuzu düzeltmek adına felaketin bizi ilk sarstığı anda olduğu gibi her şeyin sahibinin yalnız Allah olduğunu, dilediği zaman, dilediği yerde sahibi olduğu şeyleri almaya kâdir olduğunu, ölümün birden gelivereceğini ömrümüz boyunca aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu vesileyle Elazığ'daki depremde vefat edenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralananlara acil şifalar dilerim. "Burada acı çeken ahirette çekmez, burada acı çekmeyen ahirette çeker." demişler. Biz böyle inanıyoruz.
Vesselâm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder