2 Aralık 2020 Çarşamba

Biz Kudüs'ü Severiz, Kudüs Bizi Sever Mi?

İnsanı, hayvanı, canlı-cansız tüm varlıkları sevmeyi kendisinden öğrendiğimiz fahr-i kâinat efendimiz (s.a.s.), zaman zaman Uhud'u ziyaret eder ve yanındaki arkadaşlarına, "Uhud bizi sever, biz de Uhud'u severiz." derdi.

Efendimiz Uhud'u seviyordu, bu aşikârdı. Çünkü Uhud O'nun (s.a.s.) her biri bir yıldız mesabesinde olan dava arkadaşlarını bağrına basmıştı. Aslan avcısı, Hz. Peygamberin (s.a.s.) en büyük koruyucusu Hz. Hamza oradaydı, gençliğinin baharında her şeyini bırakıp O'na (s.a.s.) koşan, Medine'ye hicretin zeminini hazırlayan, efendimize (s.a.s.) suret olarak en çok benzeyen Mus'ab oradaydı ve nihayet duası kabul olunup kılıcı kırılana kadar çarpışarak şehit olan, ardından ağzı, burnu, dudakları, kulakları kesilen yiğit Abdullah b. Cahş oradaydı. Bu yüzden Uhud, selâm vermeden, sevmeden geçilebilecek bir yer değildi.

Peki efendimiz (s.a.s.) bize göre konuşamayan, anlatamayan, hissedemeyen Uhud'un kendisini sevdiğinden nasıl bu kadar emindi? Yoksa Uhud konuşabilir, anlatabilir ve hissedebilir miydi? Bir dağ sevebilir miydi?

Merhamet ve sevgiye dair pek çok şeyi kaybettiğimiz kalbi sökülmüş bu çağda aklımız belki inkar edecek ancak bu sorunun cevabı şudur: Evet canlı-cansız her varlık hissedebilir, hatta sevebilir de.

Aslında buna pek de şaşırmamamız gerekiyor. Zira efendimize (s.a.s.) önünden geçtiği ağaçlar, taşlar selam veriyor, O'ndan (s.a.s.) ayrılan kütük ağlayıp sızlıyordu. O'nu (s.a.s.) her şey çok derinden seviyordu, Uhud da tabii ki sevecekti. Madem ki canlı-cansız tüm varlıklar hissedebiliyor, o zaman şehirler de sevebilir ve sevildiğini hissedebilir öyle değil mi? Bu noktada sık sık Kudüs'ü sevdiğini iddia eden bizler, Kudüs'ün bizi sevip sevmediği sorusunu sorabilecek cesareti kendimizde bulabiliyor muyuz? Şimdi bu yüzleşmesi zor soruyu kendimize bir kez olsun soralım. Ancak öncesinde bizi bekleyen bir kaç soru daha var...

1. Kudüs neden sevilmeli?
Kudüs'e dair söylemlerimizin kuru bir edebiyattan öteye geçip bilinçli bir eyleme dönüşebilmesi için bir müslümanın Kudüs'ü neden sevmesi gerektiğini iyi bilmeliyiz. Bunun pek çok sebebi var.

Öncelikle yüce Allah bu şehri ve etrafını mübarek kılmış, böylece üç semavi dinin yolu bu şehirde kesişmiştir. İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Lut, Musa, Harun, Süleyman, Davud, Zekeriya, Yahya, İsa peygamberler ve Hz. Meryem belli müddetlerde bu şehirde yaşamıştır.

Öte yandan Hz. Peygamber buradan miraca yükselmiş, tüm peygamberlere burada namaz kıldırarak onlara imamlık etmiştir. Bu açıdan Kudüs peygamber hatıralarıyla dolu bir şehirdir.
Kudüs müslümanların ilk kıblesidir. Medine'ye hicretten sonra efendimiz 17 ay Kudüs'e yönelerek namaz kılmıştır.

Hz. Ömer bu şehri savaşsız devralmış, İmam-ı Gazâlî daha sonra "İhyâ"ya ekleyeceği "Kavaidü'l Akaid" adlı eserini burada yazmış, İbn-i Arabî üç yıl burada ikamet etmiştir.

Tüm bunlar ve daha pek çokları sebebiyle Kudüs, geçmişten beri tüm dinler için mukaddes, müslümanlar için ayrıca daima önemsenen bir şehir olagelmiştir.

2. Kudüs nasıl sevilmeli?

Kudüs'ü neden sevdiğimiz kadar nasıl sevdiğimiz ve bu sevginin hayatımıza nasıl etki ettiği de önemlidir. Maalesef günümüzde bu sevgi çoğunlukla yalnızca dillerimizde kaldığı için Âlem-i İslâm olarak Kudüs ve müslümanlar üzerinde kötü emelleri olanlara karşı caydırıcı bir hareket tarzı belirleyemiyor, esaslı bir duruş sergileyemiyoruz. Bu yüzden, "Kudüs mücadele ederek sevilmelidir." Kudüs'ü sevmek ve uğrunda mücadele etmek denince ilk olarak, Kudüs'ün ilk fatihi Hz. Ömer, bu şehri haçlıların elinden alıncaya kadar uykuyu kendine haram sayan Nureddin Zengi, yine kararlı mücadelesi sonunda Miraç gecesinde Kudüs'ü fethederek şehre büyük bir tevazu ile giren büyük komutan Selahaddîn-i Eyyûbî akıllarımıza geliyor. Bu kıymetli şahşiyetlerin en önemli ortak noktaları, Kudüs'e dair sevgilerinin onları mücadeleye sevketmesi ve neticede bu güçlü sevgileriyle dönemlerindeki büyük fetih hareketlerini tezahür ettirmeyi başarabilmeleridir. Kudüs işte böyle sevilmelidir.

3. Kudüs bizi sever mi?

Kudüs'ün bizi sevdiğinden emin olabilmemiz için onu kurtarmak adına çabalayanlardan, daima mücadeleye hazır olanlardan ve asla pes etmeyenlerden olmalıyız. Bu da öncelikle ibadetlerde dâim, gecelerde kâim, ramazanlarda sâim bir müslümanlık anlayışıyla, yani güzel bir kullukla ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmekle mümkün olabilir. Zira beş vakit namazı hakkıyla edâ edemeyip, haramlardan sakınmayıp önce kendini kurtaramayanların Kudüs'ü kurtarabilmeleri beyhûde bir hayal olacağı gibi; dünyadan bî haber olanların Kudüs'ü kurtarmaları da aynı şekilde boş bir hayalden öteye geçemeyecektir.

Özetle Kudüs kulluk edeni, mücadele ve kavga edeni, bunların yanında ilim ve fende ilerleyeni sever ki zaten dünyaya söz söyleyebilecek müslüman profili de budur.

Şimdi yeniden yoklayalım kendimizi ve hal-i pürmelalimiz ortadayken cevaplanması bir hayli zor şu soruyu yeniden soralım kendimize cesaretimiz varsa: Biz Kudüs'ü severiz, Kudüs bizi sever mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder