3 Aralık 2020 Perşembe

İslam'da Recm ve El Kesme Cezalarının Uygulanması


Günümüzde kontrolsüz hümanist yaklaşımların ziyadesiyle artması neticesinde bazı kimselerce İslam'ın zina ve hırsızlık suçları karşısında öngördüğü cezalar çok ağır ya da tarihsel olarak değerlendirilebiliyor. Bunun yanında bir ileri adım olarak bu cezaların kayıtsız şartsız bu suçları işleyen herkese veriliyormuş gibi gösterilmesi göze çarpan bir diğer yanlış tutum şeklinde karşımıza çıkıyor. Bu tutumun arkasında İslam kanunlarının insafsız ve acımasız, insanı ve zamanı dikkate al(a)mayan, uygulanabilirliği imkansız derecede zor kanunlar olduğu, bu yüzden hepsinin reddedilmesi gerektiği düşüncesinin yattığını hemen ifade etmeliyiz. Şayet bu şekilde düşünen iyi niyetli kimseler var ise onları bu yazı vesilesiyle konuya biraz eğilerek belirtilen hususları birlikte incelemeye davet ediyorum.
Sözlerimin başında belirtmeliyim ki sanılanın ya da öyle gösterilmek istenenin aksine İslam hukukunda zinadan dolayı recm (Zina suçunu işleyenlere belli şartlara bağlı olarak tatbik edilen ceza); hırsızlıktan dolayı elin kesilmesi gibi cezalar hemen uygulanıyor değildir. Aksine bir kişiye bu suçlardan ötürü ceza vermek belli başlı şartlara tabidir.
Söz gelimi recmin uygulanması için kişinin evliyken zina etmesi, bunun yanında bu olayı gözleriyle görmüş dört tane şahidin bulunması, hamilelik gibi bir beyyinenin mevcut olması ya da kişinin bu durumu bizzat itiraf etmesi gerekir. Görüldüğü gibi konulan şartlar esasen cezanın uygulanabilirliğini oldukça zorlaştırır bir mahiyet taşımaktadır. Ayrıca kişi suçunu itiraf etse dahi bir müddet bu kişiyi kendi haline bırakmak, ona bu ikrarından döndürecek sorular sorarak bir çıkış yolu aramak ve gerçekten bu işi yapmış olduğuna kani olmadan recme kalkışmamak sünnettir. (Ebû Davûd, Hudûd, 23)
Tam da burada tatbik edilmesi böylesine ince detaylara bağlı kılınmış bir cezanın Hz. Peygamber (s.a.s) döneminde kaç defa uygulandığı sorusu akıllara gelecektir. Acaba efendimiz (s.a s) 23 yıllık peygamberlik hayatında kaç kişiyi zina ettiği için recm ederek cezalandırmıştır?
Aklınızdan elli, yüz gibi sayılar geçiyor olabilir ancak kaynaklarımızda efendimiz (s.a.s) döneminde recmle sonuçlanan yalnızca Mâiz (ra) olayı, Gâmidiyye'li kadın olayı ve Âsif olayı diye bilinen 3 olaydan bahsedilir. Bir olayda da efendimiz (s.a.s) zina eden yahudi bir erkek ve kadına Tevrat'ın hükmüne istinaden bu cezayı vermiştir. İşte örnekler bu denli azdır. Yani recm cezasına sadece dört defa başvurulmuştur ki olayların içeriğine bakıldığında tümünde ortak olarak şahısların önce efendimize (s.a.s) gelip suçlarını kendi rızalarıyla itiraf ettikleri, ardından da ısrarla recm edilip günahlarından arınmak istediklerini ifade ettikleri görülecektir. (Ebû Davûd, Hudûd, 24; Müslim, Hudûd, 5)
Bir kimsenin hırsızlıktan dolayı elinin kesilmesi de aslında pek karşılaşılmış bir durum değildir. Çünkü tıpkı recm için belirlenen şartlarda olduğu gibi bu cezanın uygulanması için konulan şartların bir arada bulunması da epeyce güçtür.
Bu şartlar şöyledir: Hırsızlık yapanın cezai ehliyeti haiz olması, çalınan malın kesinlikle başkasının olması, çalınan şeyin 10 dirhem gümüş değerinde olması (yaklaşık 180 lira) ve malın korumalı bir yerden gizlice alınması. Yani İslâm hukukuna göre -bugün bazı art niyetli kimselerin ifade ettikleri gibi- aç olup ekmek yahut başka bir yiyecek çaldığı için kimsenin eli kesilmez. Zira bir ekmeğin ya da yiyeceğin bedeli 10 dirhem gümüş miktarına ulaşmamaktadır.
Burada Celal Yıldırım hocanın vermiş olduğu bir bilgi bu cezanın efendimiz (s.a.s) ve ardından gelen iki büyük halife döneminde kaç defa tatbik edildiği noktasında oldukça kıymetlidir. Hocanın kaydettikleri aynen şöyledir: "Hırsızlık cezasını içeren hükmün inzâlinden sonra yaklaşık 22 yıllık bir süreyi içine alan; Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde sadece dört kişinin hırsızlık suçu sabit görülüp elleri kesilmiştir." (Celal Yıldırım, Ahkâmu'l-Kur'an, c. 2, s. 157-158)
Görüldüğü gibi İslâm hukukunun asıl amacı insanları cezalandırmak değil, kamu düzenini sağlamak ve her bireyi emân içinde yaşatmaktır. Şayet İslam hukukunun ana gayesi insanları cezalandırmak olsaydı böylesine detaylı bir ceza hukuku oluşturmaz ve iddia edildiği gibi kayıtsız şartsız herkesi aynı cezalara tabi kılardı. Bu da gerçekten insanlara yapılmış büyük bir zulüm olurdu. Oysa İslam bunun aksine gerçek suçluları caydırıcı bir şekilde cezalandırarak birey ve toplum için rahmet olmuş, suçsuz kimseleri suçlu olanların şerrinden emin kılıp herkesi huzur içinde yaşatacak bir hukuk felsefesi benimseyi tercih etmiştir.
Cezaların neden böylesine ağır olduğunu ise işlenen suçların neticelerinin ağır oluşuyla açıklayabiliriz. Zira günümüzde dünyanın dört bir yanında zinadan kaynaklı olarak ana-baba sevgisi ve şefkatinden mahrum büyüyen çocukların âhı bile bu cezaları elbette haklı çıkaracak niteliktedir. Öte yandan hırsızlık yapana verilen el kesme cezasını konuşurken yıllarca dişinden tırnağından artırarak yaptığı birikimin hiç emek harcamayan biri yüzünden yok olup gitmesi karşısında çaresiz kalan bir kimsenin hissettiklerini de bu konuyla birlikte ele almamız gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç itibariyle İslam hukukunun yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi şuursuzca eleştirilmeye çalışılması örneğinden yola çıkarak şunları söylemek istiyorum. Bir din ya da düşünce hoşunuza gitmeyebilir ancak onu eleştirirken namuslu bir tavır takınmalı ve eleştireceğiniz konuları önce insaflıca o dinin/ düşüncenin kendi kaynaklarından araştırmalısınız. Hiç değilse bilen birine gidip görüşlerini almalısınız. Yoksa yaptığınız şey o dini/ düşünceyi karalamaktan başka bir şey olmaz ki bu da ahlaklı bir insana asla yakışmayacak bir davranıştır. Hele ki söz konusu olan konular İslam'a ilişkin konular olduğunda bu noktada her müslümana düşen daha titiz ve dikkatlice davranmaktır. Çünkü yanlış anlayıp başkalarına aktardığımız yanlış bilgiler onların ve bizim felaketimiz olabilmektedir. Bu yüzden önce tanıyıp öğrenelim, sonra eleştirelim. Ama lütfen bilinçsizce karalama yoluna gitmeyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder