2 Aralık 2020 Çarşamba

Depremin Ardından Soralım: En Büyük Depreme Hazır Mıyız?

Yazılarımıza bölgemizde yaşanan deprem hadisesi sebebiyle bir süre ara vermiştik. Daha doğrusu bir kaç defa bir şeyler karalamaya teşebbüs etsem de başaramamıştım. İnsan içinde bir yerler kanarken düşünemiyor, konuşamıyor ve yazamıyormuş. Benim için bu zamanlar bunu farkettiğim zamanlar oldu.
Allah beterinden korusun, deprem insanoğlu için gerçekten zor bir imtihan. Peki bu zor imtihan karşısında nasıl hareket etmeliyiz? Gelin şimdi bu sorunun cevabına hep beraber bakalım.

1. Her şeyin rabbimizin yed-i kudretinde olduğunu bilelim
Bir yeri deprem vurunca belki de en bariz şekilde görülen hakikat işte budur: Her şey rabbimizin elindedir. O nasıl isterse öyle yapar; O'nu kimse hesaba çekemez, mülk O'nundur, dolayısıyla mülkü üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunma hakkı da O'nundur. 
Bir bölgenin yerle bir olması için rabbimizin yalnızca o işi irade buyurması yeterlidir. Tabi bu noktada insan şurayı da kaçırmamalıdır: Derdi veren Allah dermanını da verir; her zorluğun ardından elbet bir kolaylık gelir. Allah yıkmaya kâdir olduğu gibi daha güzelini yapmaya da elbette kâdirdir. Zaten bizi bu dünyaya hiçbir malımız-mülkümüz yokken getirip mal-mülk sahibi yapan da kendisi değil midir? Evet, Allah yıkmaya ve yapmaya kâdirdir. Buna ilaveten istediği an, istediği yerde, istediği şekilde hikayemizi sonlandırmaya da kâdirdir. Hiçbirimiz şu fâni dünyada ebeden kalacak değiliz. Çıkmış olduğumuz yolculuk hepimiz için bir vesileyle nihâyet bulacak. Niceleri geldiler, yaşadılar ve vadelerini doldurup gittiler.
Yunus Emre'nin dediği gibi:
"Sular hep aktı geçti, kurudu vakti geçti,
Nice han nice sultan, tahtı bıraktı geçti..
Dünya bir pencereydi, her gelen baktı geçti.."
Öyleyse kul takdîr-i ilâhîye isyan etmemeli; hükme rıza göstermeyi bilmelidir. Bundan sonrası için ise ibadet, dua ve yakarışları artırarak kendi sonu için hazırlık yapmalıdır.

2. "Neden ben?" demeyelim
Kul bir bela ve musibetle karşılaştığında şeytan onun bu en zayıf anını değerlendirmeye çalışarak kulu isyan bataklığına iter. Efendimiz (s.a.s.) bu kritik zaman dilimine dikkat çekerek; "(Asıl) Sabır musibetin ilk tosladığı anda gösterilendir." (Buhârî, Cenâiz, 32) buyurmaktadır. Hissettiği acının şiddetiyle; "Dünyada bunca insan varken bu felaketler neden benim başıma geliyor?" ya da "Allah beni sevmiyor mu ki bunlar benim başıma geldi?" diyenleri çok görmüşsünüzdür. Ancak bu ifadeler kaçınılması gereken yanlış ifadelerdir. Şunu asla unutmayalım ki, Allah'ın en çok acı ve ızdırap çeken kulları hep peygamberler olmuştur. Kimi diri diri ateşe atılmış, kimi testereyle doğranmış, kimi de efendimiz (s.a.s.) gibi taşlanmıştır. Öyleyse Allah kuluna yalnızca onu sevmediği için musibet vermez. Zira peygamberler Allah'ın en sevdiği kullarıdır.
Hikmet ehli zâtlar şöyle demişlerdir: "Derd-ü belâ kemend-i mahbubdur." Yani dert ve belâ Allah'ın sevdiklerini kendisine çektiği kemendidir. Şu husus üzerinde çokça tefekkür etmeliyiz: Elimize bir diken battığında bile çektiğimiz acı günahlarımızın silinmesine vesile oluyorsa, (Buhârî, Merdâ, 1) dünyada çekilen sıkıntılar rabbimizin bize acımasından, hesabı burada görmek istemesinden; yani bizi sevmemesinden değil, bilakis çok sevmesinden kaynaklanmaktadır.

3. Kendi imtihanımıza bakalım
Efendimiz (s.a.s.) göçük altında kalıp ölenlerin şehit olduklarını bizlere haber veriyor (Buhârî, Cihâd, 30). Evet, belki hiçbirimiz böyle bir ölümü tercih etmeyiz ancak bu kardeşlerimizin ahiretteki mekânlarını görünce "Keşke biz de dünyadan böyle bir ölümle ayrılabilseydik." diyeceğiz. Zira mahşer gününde onlar şehitlerle haşrolurken ve o makamlara buyur edilirlerken bizler akıbetimizin ne olacağını bilemiyoruz. Bu yönüyle onlar imtihanlarını başarıyla geçtiler. Peki biz kendi imtihanımızı verebilecek miyiz?

4. Elimizdekilerin kıymetini bilelim
İnsanoğlu başına bir felaket gelmeden elindekilerin kıymetini tam olarak anlayamıyor. Dolayısıyla onları bir şükür sebebi olarak da görmüyor. Mesela eski de olsa başımızı sokabilecek bir evimizin olmasının ne büyük bir nimet olduğunu evimiz yıkılmadan; değiştirmeyi düşündüğümüz mobilyaların aslında ne kadar güzel olduklarını zemini karla kaplı çadırlarda yaşamaya mecbur kalmadan, her akşam alışılmış bir şekilde işinden dönen bir babanın/eşin ne kadar kıymetli olduğunu onu kaybetmeden anlayamıyoruz. Yani aslında en büyük zenginliğimizin elimizde bulunanlar olduğunu kavrayamıyoruz.
İşte depremlerin peşinden gelen yıkımları ve kayıpları müşahede etmemiz, bizlere pek kıymet vermediğimiz şeylerin aslında ne kadar kıymetli ve şükre layık olduklarını hatırlatıyor. Allah zarar gören tüm kardeşlerimizin yardımcısı olsun. 
Büyüklerin bu konuda çok güzel bir ölçüleri var: "Mutlu olmak istiyorsan maddi konularda senden kötü durumda olanlara, manevî konularda da senden iyi durumda olanlara bak." Keşke bu ölçüyle yaşayabilsek..

5. Hem küçük hem de büyük depreme hazır olalım
İnancımıza göre bize ne kadar büyük yıkımlar ve can kayıpları yaşatsalar da dünyada maruz kaldığımız depremler küçük, kıyamet saatinde gerçekleşecek sarsıntıların tetikleyeceği deprem ise büyük depremdir. Her ne kadar her şeyimizle rabbimizin takdirine bağlıysak da kula düşen işini/evini sağlam yapması, sebeplere imtisal etmesi ve böylece küçük (dünyalık) depremlere her an hazır olmasıdır. Ancak bu telaşa düşüp başa gelmesi mukadder olan asıl büyük deprem de unutulmamalıdır.
Zilzâl suresinde sözünü ettiğimiz büyük deprem şöyle anlatılıyor:
"Yer o yaman sartıntıyla sarsılıp içindeki ağırlıkları (ölüleri) dışarıya fırlattığı ve insanın 'Ne oluyor bu yere böyle!' dediği zaman; işte o gün yer rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini (üzerinde yapılan iyilik ve kötülükleri) anlatacaktır. O gün insanlar amellerinin karşılıklarının kendilerine gösterilmesi için bölük bölük (ilâhî huzura) çıkarılacaklardır.  (İşte o gün) Her kim zerre miktarınca hayır işlemişse onu (n karşılığını) görecek ve her kim de zerre miktarınca kötülük yapmışsa onu (n karşılığını) görecektir.."
Kışın yok olan çiçekler baharda nasıl yeniden yeşeriyorsa, toprak olan bedenlerimiz bu diriliş anında yeniden hayat bulacak ve hesap vermek için huzur-u ilâhiye ilerleyeceklerdir.
Bir insanın karşılaşabileceği en zor gün olan bu hesap günü, aynı zamanda kendisi için hazırlık yapılmasını en çok hak eden gündür. Zira o gün fani dünya hayatının son, ebedi ahiret hayatının ise ilk günüdür. Öyleyse hem küçük depreme hem de hesabın başlayacağı büyük depreme hazır olmamız gerekmektedir.

Sonuç
Bazılarına göre yalnızca yer altında bulunan fay hatlarının harekete geçmesiyle yerin üstündekilerin sarsılmasından ibaret olan depremler, hadiselere ibret nazarıyla bakan müslümanlar için bunun yanında ders çıkarılması gereken ilâhî uyarılardır. İnsana düşen bu uyarılar karşısında hem maddi hem de manevi olarak hazırlık yapmak, halini düzeltmek, başa gelene sabır göstermek, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, her şeyin Allah'ın hükmüyle olduğunu bilerek hareket etmektir. Allah derde dûçâr ettiği kulunun çektiği acı kadar günahlarını siler, depremde vefat edenleri şehadet makamına yerleştirir.
Bunları bir gün aynı felakete maruz kalması ihtimal dahilinde olan; yüreği depremde vefat eden kardeşlerimizin acısıyla dolu, aciz bir kul olarak yazıyorum. 
Allah cümlemize hayırlı ömür ve hayırlı ölüm nasip eylesin..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder