3 Aralık 2020 Perşembe

Türkiye'de Arap Tavrı Ezan Okunmasını Eleştirmenin ve Savunmanın Usûlü


Başlangıç notu: Bu yazıda herhangi bir tavrın/ makamın farklı bir ülkede zaman zaman icra edilmesinden değil, o tavrın/ makamın "mutlâkiyet kazanıp sürekli olarak icrâ edilmesi"nin İslam kültür ve medeniyetine dönük etkilerinden bahsedilmektedir.
Yakın bir zaman önce İstanbul'daki bir selâtîn camiinde Arap tavrı ezan okunmasıyla birlikte zaten zaman zaman tartışılan, bu tavrı kullanmanın gerekliliği/ gereksizliği konusu bir kez daha açıldı. Türkiye'de ve İstanbul'da ezanın Arap tavrıyla okunmasını isteyenler de var, istemeyenler de. Bunların yanında elbette konuyu tartışmayı anlamsız bulan, "sanki başka derdimiz mi kalmadı?"cılar da var. Ben bu yazıda daha çok meseleyi ele alış tarzımıza ilişkin dikkatimi çeken birkaç noktaya kısaca değinmek ve kendimce konuya sağlıklı yaklaşım sağlayabilmemize faydası olacağını düşündüğüm bir çerçeve çizmek istiyorum.

Eleştiriyi hangi zemine oturtmalıyız?
Evvelâ bilmeliyiz ki Türkiye'de Arap tavrı ezan okumanın eleştirilmesi sanıldığı gibi milli endişeler sebebiyle değil, bunun çok daha ötesinde; İslam'ın toplumlara kazandırdığı renklerin kaybolması endişesi sebebiyledir. Eğer böyle değilse de yapılan eleştiriler bu düzlemde yapılmalı ve değerlendirilmelidir.
Yoksa bu haklı eleştiriyi millilik zeminine oturtarak yapmak yanlış olduğu gibi, bu eleştiriyle yüzleşirken işe önce konuşulanı millilik çerçevesinden çıkarmakla başlayamamak da maalesef yanlıştır ve talihsizliktir. Çünkü konu -biraz önce belirttiğim gibi- millilikten çok ötedir ve tüm İslam alemini ilgilendiren bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla bu tartışmanın yapılması için belirlenen alanın "millilik" olması da, Arap tavrına karşı olanlara "millilik karşıtı/ milliliği yeren" cevaplar verilmesi de konuyu etraflıca anlayamamanın en büyük alametlerindendir. Halbuki tartışmanın oturtulması gereken zemin burası değil, bir bütün olarak geçmişten bize kadar tevârüs eden İslam kültür ve medeniyetidir. Yani bu mevzuda konuşurken tüm İslam alemi nazar-ı dikkate alınmalıdır. Konuya böyle bütüncül bir anlayışla yaklaşmanın bize daha geniş bir perspektif sunacağı aşikârdır.

Hangi tavrı/ makamı tartışmalıyız?
Tartışmanın yapılacağı zemini bu şekilde genişlettikten sonra iki şey söylemek istiyorum: Birincisi, eleştirilen tavır yalnızca Arap tavrı olmamalıdır. İkincisi, her ülkede icrâ edilen tavra/ makama saygı duyulmalıdır.
Şimdi birinci maddeyi biraz açalım. Eğer farklı tarzların/ makamların farklı ülkelerde kullanılıp yaygınlaşmasını eleştireceksek bahse konu olan tavır yalnızca Arap tavrı olmamalıdır; aynı şekilde Türk tavrının/ makamının başka bir ülkede okunması, ya da Arap milletlerin dışında başka bir memleketin ezan tavrının Türkiye'de okunması yine aynı kararlılıkla eleştirilmelidir. Öyleyse konuyu ele alırken sorulması gereken ilk soru şöyle olmalıdır: "Tüm müslüman ülkelerde aynı ezan tavrının tutturulması İslâm kültür ve medeniyetini ne şekilde etkileyecektir?".
Şimdi de ikinci maddeye biraz bakalım. Her milletin kendi tavrına/ makamına saygı duyulmalıdır. Çünkü her millet ezân-ı şerîfi kendi boğaz yapısı, kendi seslendirişi, kendine has nağmeleriyle okur ki o nağmelerin içinde o milletin yaşadıkları, heyecanları, sevinçleri ve üzüntüleri vardır. Her vakti dâvûdî bir edayla başka bir makamda okuyarak adete sanat icra eden İstanbul'daki bir Türk'ün, ya da kendi duru sesiyle sade ve düz bir şekilde okuyarak sizi ansızın sadeliğin ihtişamına salıveren bir Bosna'lının, veya ravzâ-i tahireden okunan o cânım Medine ezanlarının tınıları ne kadar farklıdır ve her biri ne kadar da güzeldir! Öte yandan her milletin boğaz yapısının farklı olması sebebiyle, başka tavırların asıl sahibi olmayanlarda iğreti durduğu ne su götürmez bir gerçektir! Bu yüzden icrâ edildiği ülkeden olmayan bir tavrın/ makamın yalnız Türkiye'de değil; Arnavutluk'ta, Kırgızistan'da, Malezya'da ve isimlerini sayamadığımız diğer müslüman ülkelerde "mutlakiyet kazanıp sürekli olarak icrâsı" yoğun bir şekilde tenkit edilmelidir. Her milletin kendi sesleri ve hisleri muhafaza edilmelidir.

Başka tavırlar/ makamlar hiç mi okunmasın?
Arap tavrı ya da başka tavırlar hiç okunmamalı değil tabiî ki. Burada yapılmaması gereken bir tavrın/ makamın mutlak tavır olarak belirlenip mukaddes addedilmesi ve dayatılmasıdır. Zira bu mutlakiyetçi ve diğer tavırları dışlayıp basit gören tutum zamanla İslam'ın toplumlara kattığı renkleri solduracak ve İslam dünyasının kültürel zenginliğini yok edecektir. Bunu yapmaya da hiç kimsenin hakkı yoktur.

Geçmişte böyle bir tutum yoktu
Tekrar belirtiyorum ki bu bahsettiğim husus milliliğin çok üzerinde algılanması gereken bir husustur. Konuyu farklı bir cephesinden düşündüğümüzde, Osmanlı'nın bu dayatmayı her müslüman millete pekâlâ yapabilecek kudrette olduğu akıllara gelecektir. Şayet Osmanlı İslam coğrafyasının üzerinde böyle bir tasarrufta bulunsaydı emin olalım ki bugün Kâbe-i Muazzamâ'daki ezanlar beş vakit farklı makamla okunur, yetmez bir de müezzin efendiler rast okurken nikriz, uşşak okurken ısfahan geçerlerdi. Ama onlar böyle yapmadılar ve bu mozaiği bozmadılar.

Netice
Netice itibariyle Türkiye'de ya da dünyanın bir başka ülkesinde ezanın Arap tavrı okunması karşısında eleştirileri olanlar, bu eleştirileri milliyetçilikle bağdaştırmadan yapmalılar. Böylesi eleştirileri işitenler de konuyu "kuru milliyetçilik" olarak ele almadan önce meseleyi tüm boyutlarıyla düşünmeyi denemeliler. Yani bu hususta tartışmaya başlarken biraz geriye çekilmeli, geniş bir bakış açısının bize doğal olarak sorduracağı şu soruyu sorarak işe başlamalıyız: "Ezan, neden dünyadaki herhangi bir müslüman ülkede o ülkenin tavrı olmayan bir tavırla okunamaz?" Bu soru bizi milliyetlerimizden sıyıran ve hepimize en geniş anlamda "ümmet" olduğumuzu öğütleyerek birbirimizi hor-hakir görmekten, tehlike arz eden çekişmelere girmekten âzâde kılan bir soru olacaktır. Artık bırakalım ezân-ı Muhammedî her memleketin kendine has okuyuşuyla bize kendini yeniden duyursun. Biz de her defasında onunla yeniden bulalım kendimizi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder